Pages

14.9.15

everyday above ground is a good one

six feet under'a ait herhangi bir şey gördüğüm an, günümün geri kalanının o diziyi düşünerek geçeceğini biliyorum artık. alıştım. bu senenin başlarında, diziyi ilk izleyişimin üzerinden uzun zaman geçmiş, olayların neredeyse tamamını unutmuş ve bende sadece izlerken hissettiklerimin anısı kalmışken, bir kez daha açtım ilk bölümü ve birkaç ayımı daha bu diziye verdim. bilenler tahmin etmiştir, bir çırpıda bitirebilmek mümkün değildi. ben de her bölümü, sonrasında uzun uzun düşünebileceğim, olayları ve diyalogları tekrar aklımdan geçirebileceğim zamanlarda izledim. hatta dayanamadım, dizideki muhteşem diyaloglardan oluşan bir blog açtım: everyday above ground is a good one.

senelerce bilgisayarımın masaüstünde, claire'in, aslında bir cenaze aracı olan arabasıyla, turuncu saçları camdan savrulurken ışığa doğru yol aldığı fotoğraf vardı. o fotoğrafı bu kadar sevdiren, içimdeki çatışmaları, örneğin ailesinin ve toplumun onayını alabilmek için çırpınan, kendisini başkalarını iyileştirerek iyileştirebileceğine inanan, herkesle çok iyi ilişki kuruyormuş gibi görünen ama her zaman herkesten ve her şeyden uzakta olmayı düşleyen taraflarımı bana hatırlatması mıydı yoksa çizgileriyle, renkleriyle, havasıyla verdiği umut ve özgürlük hisleri miydi bilmiyorum. bir cenaze aracı fotoğrafının bu kadar iyi hissettirmesi de pek beklendik bir durum değildi ama hayatın bu olduğu kesindi. o araba, ancak önceden bir cenaze aracı olarak kullanıldığı gerçeğiyle birlikte kabul edilirse ışığa götüren bir araç oluyordu. işte, benim o dönemde tam da ihtiyacım olan şey buydu.



bugün de, diziyle bu kadar meşgul olmama rağmen dikkatimi ilk defa çeken bu aile fotoğrafıyla karşılaştım. son birkaç saattir bakmadan duramıyorum, herkesin yüzünü dikkatle inceliyorum, birbirleri arasındaki ilişkileri, yaşadıklarını tekrar tekrar düşünüyorum. diğer fotoğrafın aksine, bu fotoğraf ölümü, üzüntüyü, endişeleri, kırgınlıkları ve kızgınlıkları hatırlatıyor. diğer fotoğrafın aksine, inkar edilemez bir şekilde. evet. bütün bu insanlar yaşadıkları kayıplarla, ağlayarak, her şeyden vazgeçerek, birilerine tutunmaya çalışarak, başkalarına kızarak, aşağılayarak, hiçbir şey umurlarında değilmiş gibi yaparak, içerek, uyuşturucu kullanarak, resim yaparak, müzik dinleyerek, işlerine odaklanarak, başkalarının ihtiyaçlarını gidermeye çalışarak, basıp giderek baş ediyorlardı. bazen de baş edemiyorlardı. bizim gibi. bunu fark edince birden bu fotoğraf da tamamen kasvetli gözükmemeye başladı gözüme. köşedeki orkideler dikkatimi çekmeye başladı, ruth'un desenli şalı, herkesin siyah kıyafetlerini kendi kişiliklerine uygun hale getiren ayrıntılar, bazı yüzlerdeki belli belirsiz gülümsemeler ve bir arada oluşları... fark ettim ki, hayatta tamamen umutsuz bir durum da yoktu ve işte, bu dönemde de tam ihtiyacım olan şey buydu.

sonuç olarak, bu dizinin, bir hayatın özeti olduğunu ve masaüstümde artık bu fotoğrafın bulunduğunu söylememe gerek yoktur diye tahmin ediyorum.

p.s: son bölümü, diziyi bitirdikten sonra fazladan bir kez daha izlemiş olmama rağmen, blogumda o bölüme ait diyalogların olmadığını fark edebilirsiniz. bu da benim diziyle olan ilişkime dair birtakım bilgiler verecektir muhtemelen.

0 yıldız: