Pages

25.5.14

her şeyin başı...

"Her şeyin başı sağlık değilmiş, sanmakmış.

...

Birinin sana baktığını sanırsın, hooop bir bakmışsın ki bütün gün onu izliyorsun. Sana bakmasının nedeninin senden hoşlanması olduğunu sanırsın, ertesi gün aşık olmuşsun bile. Yanından geçerken seninle konuşmak istediğini de sanırsın hatta, sırf bu yüzden gidip konuşursun. Reddedilince bile naz yaptığını sanırsın. Seni sevdiğini ama ailesi mafya tarafından kaçırıldığı için tehdit edildiğini bu yüzden sana açılamadığını da sanırsın.

...

Dediğim gibi her şeyin başı sanmak. Sen sandıktan sonra ihtimaller şelale."

demişler günün birinde. okumalara doyamadığımdan, burada da dursun istedim.

kedi

şu an olduğu gibi, evin soğuk olduğu ama üzerime birazcık güneş vurduğu zamanlarda, kendimi kedi sanıyorum. sıcacık bir yerde, biri gelip karnımı okşayana kadar uyuyabilirmişim, sevdiklerimin ayaklarının dibinden ayrılmayabilirmişim gibi geliyor. bu hissin geçmemesi için, güneşin önüne bir bulut gelmesin diye dua ediyorum. pardon, bir bulut güneşle aramıza girmesin diye desem daha doğru olur.

herhangi birinden daha farklı değilim aslında. biraz soğuk olunca, güneşi özlüyorum; biraz sıcak olunca, perdeyi çekiyorum ve bu çelişkili durumun ne kadar büyük bir sorun olduğunu merak ediyorum. bu bizi doyumsuz veya maymun iştahlı biri yapar mı bilmiyorum ama böyle tanımlanmanın çok dert edilesi bir şey olduğuna da inanmıyorum. tek korkum, mızmızlanıyormuşum gibi algılanmak; ve biraz geçmiş aylarda yazdıklarıma göz atsanız, aslında ne kadar mızmızlandığımı da görürsünüz.

aylar önce, belli ki henüz içselleştiremediğim "sağlıklı" sesin söylediği gibi, bazen mızmızlanmak da isteyebilirim. bunu kabul ediyorum ama sanki o "bazen"in ayarını kaçırıyorum. grileri tutturmanın neden bu kadar zor olduğunu anlamıyorum. ya hep ya hiç'in güvenli gözüken limanlarında durmak istiyorum, ama artık çok geçmiş gibi hissediyorum. biliyorum, o denizin dibi hep kayalık. bilmediğim sular ise tehlikeli geliyor, aylardır açık denizde yol almayı öğrenmeye çalışıyorum.

neyse, metaforlara daldıkça tatile gidesim geliyor. ya da kedi olasım. ya da tatil yerinde bir kedi olasım.

19.5.14

#günkömürkarası


kendimle savaşıyorum, ki belki aranızda bilmeyenler vardır ama bu, savaşların en büyüğüdür. zihnim, bedenim, duygularım ve hatta anılarım, iki farklı kişi tarafından bölünmüş ve paylaşılmış gibi geliyor bazen. bir yanım bir şey yapmak isterken, diğer yanım onu durdurmak için yapmadığını bırakmıyor. biraz önce, bir önceki cümleyi yazmadan hemen önce, koca paragraf bir yazıyı siliverdim mesela. hiç acımadan. böyle zamanlarda, bir yanım diğer yanımla savaşırken yani, durumun ne kadar çözümsüz olduğunu, içimdeki tarafların öfkesinin hiç azalmayacağını görüp üzülüyorum. bu nedenle, iç savaşlar çok zordur ve iç savaşların kazananı yoktur.

belli bir zamana kadar, yalnızca bireyin önemli olduğunu ve topluma dair hiçbir şeyi anlayamadığımı düşünüyordum. biraz lisans döneminin saflığıyla, biraz içinde bulunduğum dönemin apolitikliğiyle, biraz da kendi üstünlük duygumla, bölüm dışı bütün dersleri anlamsız buluyordum. sonra biraz büyüdüm, birtakım olayların içine düştüm, biraz gözüm açıldı ve biraz da narsisizmim kırıldı. gördüm ki, psikolojik her durum aynı zamanda toplumsalmış da. içinde bulunduğum iç savaş, toplumsal düzlemde de yaşanıyormuş. bunu fark edince, yalnız olmadığımı gördüğüm için yaşadığım rahatlamayı anlatamam. bir de yaşadığım kaygıyı. ben, durmadan attığım ya da atmamayı seçtiğim adımların neye hizmet ettiğini sorgulamakla meşgulken, aynı şeyin toplumsal düzlemde yapılmasının ne kadar zor olduğunu düşünmeye başladım.

insan nasıl da fark etmeden değişiyor. biraz önce isteseydim sosyoloji derslerinden ne kadar yararlanmış olabileceğimi fark edip üzüldüm. birkaç saat önce ekonomiyle ilgili bir kitabı almayı düşündüm. bunları görmek, içimdeki savaşı azaltan şeylerden biri. ihtiyacımız olan, değişimin gelişim getirebileceğini kabul etmek. aynı kısır döngünün içinden çıkmayı bir kez olsun düşünmek, zamanı geldiğinde çok işe yarayabiliyor. bu nedenle, diliyorum ki, soma, bu döngünün parçası değil, zincirin kırılan ilk halkası olsun.


3.5.14

yaktın beni 'aynı yazardan 1200 sayfa' kategorisi !

şimdi. bütün gün kıyas yapma ve kıyaslanmada altta kalma üzerine düşündükten sonra, pinuccia'nın kitap okuma şenliğinin ilk yarısını tamamladığımızı haber vermesi cidden harika oldu ! :p her neyse. bu dönem içinde yaptıklarımı düşününce, ilk on'a giremeyecek olmamı affedebiliyorum. sunumlar, görüşmeler, süpervizyonlar, kongreler, e haliyle gezmeler derken böyle oldu. biraz daha az yoğun bir ay geçirecek olduğumu düşününce de, ikinci yarı için heyecanım artıyor. bakalım ilk bir buçuk ayda neler okumuşum...

  • tavsiyelerine güvendiğim birinin önerdiği bir kitap (10 puan): trevanian - katya'nın yazı - e yayınları - 232 sayfa
  • adında bir çiçek adı olan veya "çiçek" sözcüğü geçen bir kitap (20 puan): alper canıgüz - cehennem çiçeği - april yayıncılık - 221 sayfa
  • sinemaya uyarlanmış ve ardından filmi izlenmiş bir kitap (20 puan): suzanne collins - ateşi yakalamak - pegasus yayınları - 408 sayfa
  • kütüphanemde en uzun süredir bekleyen o kitap (20 puan): j. m. coetzee - utanç - can yayınları - 258 sayfa

bir de aynı yazardan 1200 sayfa kategorisinden, henüz 470 sayfalık kitap okudum ama... puanlamaya dahil olmadığını henüz öğrendim. yine de iyi tarafından bakmak lazım, en azından haziran'daki sıralamada bu konuda çok zorluk çekmeyeceğim :) sonuç olarak, toplaması çok zor olmamakla birlikte, kimseye zahmet olmadan 70 puan kazandığımı da açıklayayım.

o 45 puan benim olacak ! aklıma koydum :)

not: kitaplar hakkındaki çok kişisel ve çok kısa notlarımı da merak ederseniz, goodreads profilime beklerim. ehe.