Pages

31.12.13

2013, gezi yılıydı...

hiç gelmesini istememiştim ama... 2013 umut yılıydı. 

hiçbir şeyi değiştiremeyeceğine ve yaşadıkları hayata mahkum olduklarına inananların, kendilerindeki gücü fark ettikleri, kendi seslerini çıkarmaktan çekinmelerine gerek olmadığını ve korkunun ancak daha fazla korku doğurduğunu öğrendikleri bir yıldı. karşılarında fiziksel olarak kat kat üstün, kat kat donanımlı birileri varken bile, el ele tutuşmanın kendilerini daha sağlam kıldığını anladıkları bir yıldı. fark etmekle, öğrenmekle, anlamakla kalmayıp bütün bunları ve bunların önemini başkalarına da gösterdikleri bir yıldı. 

ve bu açıdan harikaydı. 

2013 aynı zamanda acı yılıydı. en uzun cümleleri, en yoğun duyguları hak edecek ama ne dense eksik kalacak ve o haliyle hiç içe sinmeyecek bir şekilde aramızdan ayrılan ve tanıdıklarını, sevdiklerini olduğu kadar, tanımadıklarını da acıya boğan, gözlerini kırpmadan bunu yapabilenlere duyulan öfkeyi, bu haksızlığa karşı çıkma isteğini ve bunlarla birlikte, kim olduğu fark etmeksizin, herkesin değerli ve biricik olduğu inancını canlı tutan ve artık ölümsüzleşen gençlerin hayatımıza girdiği bir yıldı. 

öfkeye öfkeyle karşılık vermenin dışında bir ihtimalin daha olduğunu, onun da gülmek olduğunu gördüğümüz; kahkahaların, barışın, çiçeklerin, kitapların, şiirlerin, resimin, müziğin önemini defalarca hatırladığımız bir yıldı ayrıca. belki de öncekilerden hiçbir farkı yoktu. yalnızca bizim artık umuda ihtiyacımız vardı ve 2013, bunu elde etmeyi başarabildiğimiz bir yıl oldu. bu nedenle güzeldi ve bu nedenle hiç gelmesini istemediğim bir yılın bitmesini istemiyorum.

2014 de böyle olsun, bizim olsun. 

24.12.13

kar küresi

her şey birkaç dakika ve kırk saniye içinde oldu.

şöyle ki, annem biraz önce odama geldi, elinde bir kar küresiyle. küçücük, bembeyaz bir kar küresi, içinde flüt çalan bir melek. annem odama elinde bir kar küresiyle geldi çünkü kar kürelerini ne kadar çok sevdiğimi en iyi o bilir. ben de bir an her şeyi unuttum; son birkaç haftadaki bütün sıkıntılarımı. mutlulukla sallamaya başladım, karların düşüşünü izledim birkaç dakika. 

- birkaç dakika sonra

kar küresi elimden fırlıyor. 

- on saniye sonra -

annem üzüntüyle bağrışıma koşarak geliyor. 

- otuz saniye sonra

annem yerdeki simli, karlı suyu ve incecik camları temizliyor. gözlerim doluyor, ağlayasım geliyor. bir kar küresini elimle yere fırlatmış, bir kar küresini bilerek kırmışım gibi hissediyorum. hayır, aslında onu öldürmüşüm gibi hissediyorum ama bu kulağa çok dramatik geliyor. kulağa daha dramatik gelmemek adına mutluluklarımın birkaç dakika sürdüğünü söylemek istemiyorum. ah ! böyle de söylemiş oldum ! kimi kandırıyorum? son zamanlarda hep aynısını yapıyorum. yapmamış gibi, söylememiş gibi'lerle, işin içinden sıyrılıveriyorum. 

olmamış gibi'lerle yaşıyorum, olmuyor. 

15.12.13

bir demet belirsiz duyusal algılama

bazılarınızın aşık olmasına söyleyecek sözüm yok. evet. sevin, sevilin, sevgilinizle kavga edin, bağırıp çağırın, ağlayın, öpüşüp barışın, el ele tutuşun, sarılıp uyuyun. hep beraber bir yerlere gittiğimizde, bana eğlenceli anılarınızdan bahsedin, birbirinizi şikayet edin, sonra gülmeye devam edin. her şeye rağmen mutlu olduğunuzu söyleyin. karşılıklı olmasına da gerek yok; sevdiğinizin bir sözüyle ne kadar mutlu olduğunuzu, bir gece içtikten sonra yazım yanlışlarıyla dolu mesajlar attığınızı, onu başkasıyla gördüğünüzde ne kadar üzüldüğünüzü de anlatabilirsiniz. bütün bunları, aşık olduğum birinin olmamasına üzülmeden dinleyebilirim. sadece sizin için sevinip sizin için üzülebilirim.

ama bazılarınız bütün bunları yaşarken, çok güzel şeyler yazıyor ve yazdıklarınız içimdeki boşlukta yankılanıyor. o zaman anlıyorum bir şeylerin eksik olduğunu ve doldurmak için bulduğum şeylerin oraya hiç uymadığını. kimse elimdeki uymayan parçaları alıp doğrularını vermiyor. ben de hep aynı sabrı göstererek, aynı parçayı aynı uygunsuz boşluğa sığdırmaya çalışıyorum. hayır. fırlatıp atmıyorum. atsam rahatlarım, biliyorum. öfkeliyim çünkü. hayır. HAYIR. öfkeli değilim, sinirliyim. kızgınım. elimdeki parçayı parçalayasım var. parçayı vura vura yerine oturtasım var ama buna gücüm yok. bazen diyorum ki, iyi ki gücüm yok. yoksa çoktan birini camdan atmıştım, masayı bir duvara çarpmıştım, telefonu yere atmış ve parçalamıştım. oysa şimdi ne kadar sakinim, bakın. arada bağırıyorum sadece. hiç olmadı laf çarpıyorum. evet. bazen onlar ağır oluyor, birini camdan atmışım gibi etki yaratıyor. ancak o zaman rahatlıyorum.

buraya nasıl geldim bilmiyorum, sadece aşık olduğunuz zaman yazı yazmayın, yazamayın diyecektim. kıskanıyorum ve yarınki sunumda da anlatacağımız gibi, kıskançlık da bir öfke biçimidir.

9.12.13

çay?

çay içelim.

ya da bi kenara bırakalım şu koşuşturmacayı. kalabalık bir caddede, en sevdiğimiz şarkıların çalındığı, sıcak türk kahvesiyle birlikte renkli lokumların getirildiği ve köşesinde yılbaşı ağacı bulunan kafede oturalım mesela. istersen bizi başkalarından biraz daha gizleyecek olan köşeye geçelim. anlamlı bir şarkı çalar, birkaç hüzünlü anıdan bahsederiz belki. ağırlaşan havayı dağıtmak için bir komiklik yapar ikimizden biri. belki de ikimiz de buna ihtiyaç duymayız ve birkaç dakika sonra zaten hafiflediğimizi hissederiz. cam kenarındaki masaya da oturabiliriz. insanları seyrederiz. birkaç çift geçer caddeden, el ele yürüyerek. birbirlerine ne kadar yakıştıklarını düşünürüz. yine de bir kızın saçını çok beğenmeyiz mesela ya da bir erkeğin botlarını. mükemmel olmalarını istediğimizden değil, nazar değmesini istemediğimizden. biliyorum, batıl inançların yoktur senin. yine de benim için tahtaya vurursun üç kere. kafenin bu tarafında hüzünlü anılardan bahsetmeyiz; şansımıza anlamlı şarkılar da çalmaz. biraz güleriz, biraz da en sevdiğimiz tatlıyı yeriz. gün bitsin istemeyiz ama yakında bir kez daha geleceğimizi hissederiz. giderken kalbimiz kırılmaz ve bir gün biri bizden huzurlu bir yer düşünmemizi istese, aklımıza buranın geleceğini biliriz.

ama sen bilirsin, bir bardak çay içsek de olur.