Pages

17.5.15

derinde

"Çıkar çıkarabilirsen kulaklarındaki o inatçı sesi 
Kalbim bir balığın gözlerinde 
Kim baksa bana 
Kim dokunsa 
Kim sevse 
Önce iğde ağaçları diyorum 
Sonra iğde kokusu 
Bitmek bilmiyor anlatacaklarım 

Kaldım diye değil 
Kalbim bile değil 
Önce iğde kokusu 
Kim baksa 
Kim dokunsa 
Kim sevse 
Korkuyorum 
Sahiden mi diye 

Kalbim o balığın gözlerinde 
Öyle utangaç kaldı ki 
Ne zaman bir şiir okusam 
O balığın kalbinde 
Utangaç gözlerim 
Sevmek için değil 
Sevilmek için değil 
Sahiden de değil 

Sahiden sevmek 
Derinden 
Çok derinden 
İçimizdeki yapbozdur
Ne zaman yapılır 
Bozulduğu zaman

Yasemin Şenyurt

---

bu şiiri yüzeyde'ye cevap olarak mesaj kutumda buldum dün gece. biraz daha huzurla uyudum, anlaşıldığımı hissettim, birilerinin derine inebildiğini gördüm. o yüzden bu yazının böyle bir başlığı hak ettiğini düşündüm. iyi ki hayatımda böyle kişiler. böyle, derine inerek beni de oralara çağırabilen kişiler. bazen ne kadar şanslı olduğumu unutuyorum sanırım.

16.5.15

yüzeyde

"love is all you need."
- the beatles

aynen bu şekilde başlamıştım akademik hayatımın en önemli makalelerinden birine. makalemin özeti buydu gerçekten. sevebilir ve sevildiğine inanabilir konuma gelene kadar yaşananlardan ve bu sürecin terapi ilişkisinde de ortaya çıktığından bahsediyordum. o konuma gelmenin yetmediğini ve asıl önemli olanın, o konumda kalma çabası olduğunu vurguluyordum. vardığın yerin değil, yolun önemli olduğunu söyleyen binlerce felsefe gibi. yeni bir şey söylemiyordum kısacası. yaptığım alıntı da bugüne kadar söylenmiş en farklı şey değildi.

ama nasıl oluyorsa, bunu her seferinde unutuyordum. defalarca yaptığım gibi, bir yerlere varmaya çalışırken bir ton şeyi gözden kaçırıyordum, daha çabuk olamadığım için kendime kızıyordum, o esnada kimseyi sevmeye fırsat bulamıyordum ve beni sevenlere yeterince önem veremiyordum. peki, nereden çıkmıştı bunca korku ve öfke? ve hatta bu duyguların kendisi neden bu kadar korkutucu ve öfkelendirici olmuştu birdenbire? bu sorulara verilecek birsürü teorik cevabım vardı, zor bir yol üzerinde olduğumu rahatlıkla söyleyebilirdim hissiz bir şekilde. hatta bazen gülerek. kendimi gerçekten anlıyormuşum, yolu gerçekten görüyormuşum gibi.

anlamamak ve görmemek için çabalıyordum oysa o sırada. hala çabalıyorum bir yandan, bunları görüyor olmama rağmen. sevemeyeceğime ve sevilemeyeceğime dünyanın en mantıklı düşüncesiymişçesine inanmama neden olan birtakım "eksiklik"ler içinde olduğumu hissediyorum çünkü. kendime ve yola dikkat etmeden körlemesine "yürümek" ise, o eksiklikleri bir an olsun unutturuyor. böylece korku da kalmıyor, öfke de. seviyor ve seviliyorum. yani, yüzeyde.

buradan ilerisi gelmiyor zihnime, takıldım kaldım. biliyorum işte, artık hiçbir şeyin göründüğünden ibaret olmadığını anladım. yüzeyin, gerçeğin çok küçük, minicik bir parçası olduğunu da... o yüzden geri geldi korkular, öfkeler, eksikliklere tahammülsüzlükler. bu yüzden zihnimde çağrışıp duruyor belki o herkesin bildiği şarkı sözü.

ve ben bu şarkı sözüyle özetlenebilecek kimbilir kaç yazı daha yazacağım?

4.5.15

çok tanıdık değil mi?

3.5.15

"my blood aches from waiting"*

birazdan söyleyeceklerimde yalnız olmadığımı düşünüyorum. zaten haksızlık etmek istemem kimseye, eminim hepimiz hayatımızın tamamını eksik bir şeylerimizin tamamlanmasını bekleyerek geçirdik. çok bekledik. daha çok bekleyeceğimizi bilerek beklemeye devam ettik. ne yazık ki, gerçekleşme ihtimali olan beklentilerimizden bahsetmiyorum şu an; aksine, daha derinlerde, bir gün her şeyin geçeceğini ve hayatımızın tamamen değişeceğini umut ettik. ve dediğim gibi, beklemeye devam ettik. açık konuşmak gerekirse, özünde benzer ihtiyaçlardan dolayı birbirinden tamamen farklı şeyler bekleyen bunca insanın arasında bekleme durumunu daha iyi anlatan birini görmedim.

evet. beklemekten kanım acıyor.

evet. tam olarak hissettiğim bu. elimden hiçbir şey gelmezken ve aslında bazı şeyleri değiştirebilmek için yapabileceğim bir şey yokken bile kendimi suçlarken, canım değil, ellerim, kollarım, bacaklarım değil, ciğerlerim değil, kanım acıyor. çaresizlik mi deriz buna, hayal kırıklığı mı, kaygı mı, bilmiyorum. bir isim koymaya çalıştığımızda yaşadıklarımızın içinden bir şeyler -hem de oldukça önemli bir şeyler- kayboluyormuş gibi hissediyorum. hiçbir isim, her nefes alışımda, benliğimin her yanında kendini hatırlatan bir durumu anlatmaya yetmiyor çünkü.

öyle bir şey ki bu dizede bahsedilen, beklemeye -ve yaşamaya- devam etmeye karar verirsem eğer, acıdan kurtulmamın hiçbir yolunun olmadığını da anlatıyor. beklemekten vazgeçmek de, bir şeyleri değiştirebilmek için bir adım atmak ya da bir şeylerin gerçekleşmeyeceğini kabul etmek anlamına geliyor. hangi yolu seçeceğimi de bilemiyorum ve bana yardımcı olacak bir işaret bekliyorum.

yine.

*before the rain filminin başında geçen şiirden.