karl ove knausgaard, son kitapta bıraktığı yerden devam ediyor bahar yağmurları'na. kuzey norveç'tekinden çok farklı değil yine, aynı yetersizlik, aynı utanç, aynı kırılganlık... bu kitapta çocukluk kahramanı olan yngve ile ilişkisine dair bazen öfke ve kıskançlık da içeren duygularına daha yakından tanık oluyoruz. karl ove'nin bakış açısından, herkes bir tehdit aslında. en güvendiği, yanlarında kendini en rahat hissettiği, en çok kabul edildiği ilişkiler bile, zaman zaman onu aslında *gerçekte olduğu gibi* görmedikleri için devam ediyormuş gibi geliyor. oysa asıl mesele, karl ove'nin, kendiyle asla arkadaş ya da sevgili olmak istemeyeceği ya da kendine asla bir şeyler üretmek için şans vermeyeceği meselesi... böyle olunca, insanların sevgisini bile anlamlandıramaz hale geliyor, o sevgiden yararlanamaz oluyor. başkalarının sevgisi bile, kendini suçlu hissedeceği bir cezaya dönüşüyor. sayfalar boyunca, bunun ne kadar içinden çıkılması güç bir döngü olduğunu okuyoruz - ve bu açıdan kolay bir okuma olduğunu söyleyemeyeceğim... insanı zaman zaman kendi benzer döngülerine götüren, kime üzüldüğünü kime kızdığını bilememesine neden olan bir tarafı var.
knausgaard'ın otobiyografisini en başından beri takip eden okurları olarak, hayatının bazı önemli dönüm noktalarını önceki kitaplardan biliyor olsak da, bu kitapta o noktalar arasındaki bağlantıların netleştiğini görüyoruz. yazmanın, edebiyat yazmanın neden knausgaard için bu kadar önemli olduğunu düşünüp durdum kitap boyunca... benim cevabım şu oldu: yazarlık akademisi'ne gittiği andan, hatta kuzey norveç'te geçirdiği zamanlardan beri karl ove, kendinden uzaklaşmak için öykü ve roman yazmak istiyordu. oysa kendinden uzaklaşması, karakterlerinin gerçeklikten uzak, soğuk ve sığ olmasına neden oluyordu. bu kitapta, bir yerde kırdığı döngü işte tam da burada. bir noktada, hissettiği derin utancı yücelterek kullanabilmeyi başardı, kendini, kendi yaşamını, kendi içinden geleni kullanabildi. tam olarak, neyin bunu sağladığı kısmını, henüz bilmiyorum... ama zaman zaman kitabı elime aldığım zaman, bu konudaki ipuçlarını arayacağım. yine de knausgaard'ı ilk okumaya başladığım zamanlarda aradığım 'neden böyle bir kitap yazılır?' sorusuna cevap olacak şeyler okuduğumu düşünüyorum.
kitabın bir başka meselesi de romantik ilişkiler tabii, ama o konuda çok yazmayacağım. sadece karl ove'nin yaptığı okumalara dair düşüncelerinin olduğu bir yerde de geçen, sevgilisini hades'in elinden kurtarabilmek için geri dönüp ona bakmaması gereken ama dayanamayıp bakan ve sevgilisini sonsuza kadar bir kez daha kaybeden orpheus'un hikayesinin knausgaard'ın kişisel hikayelerine ne kadar benzediğini hatırlatmak istiyorum - ki, bu hikayenin psikanalitik bir okuması da Orpheus'un açgözlülük ve hasedinden doyumun ertelenmesine tahammül edemediğini ya da bilinçdışı suçluluk duygularıyla kendi kendini baltaladığını işaret etmektedir. knausgaard'ın anlatılarında, her iki açıklamanın da izlerine rastlamak mümkündür.
son olarak, karl ove'nin yaptığı okumalara dair düşünceleri demişken... kitabın belki de en güzel kısımları onlardı. ortak okuduğumuz yazarlar hakkında hissettikleri, hiç bilmediğim ama anlatılarından özellikle merak ettiğim norveçli yazarlar ve şairler, bazı yazarları, örneğin maurice blanchot'u okurken hissettiklerimi benden iyi anlatması... gerçekten bu kitabı muhteşem yapan ayrıntılardandı. geriye kaldı bir kitap... ayrılığa kendimi hazırlamam gerekiyor. içimden bir ses knausgaard'ın da, otobiyografik serisinin son kitabına başlamadan önce aynı şeyi yaptığını söylüyor. hadi bakalım.