Pages

31.12.11

2012: çift sayılı seneleri severim !

bi pattern halini almaya başladı. aralık ayı boyunca yeni yıl heyecanı yaşayıp 31 aralık'ta "hmm. çok sıkıcı." diye düşünüyorum kaç senedir. bu da aslında beklentilerimin karşılanmamasından hep, biliyorum. ama hiçbir zaman, bir şeylere karşı düşük beklentilere de sahip olamıyorum.

'u may say i'm a dreamer..'


yine de rengarenk şekerlemelerim, şarkı aralarında 'happy new year' şeklinde jingle giren radyo kanalım, birazdan izlemeye başlayacağım yılbaşı temalı romantik komedi filmimle aslında hiç de başka yerlerde 'single bells' yazarak göründüğüm kadar acınası bi halde değilim :) ve o bi şeylerin yeniden başlıyormuş hissi, o başlayan şeylerin güzel olacağı umudu yine var içimde. umarım, 2012 herkes için mutteşem geçer ! en azından, umarım, seneye bu saatlerde 'bitse de gitsek' modunda olmayız.

yine de birkaç hediye alsaydım fena olmazdı bence. :p

30.12.11

dondurma.

"bu sene babam apartman yöneticisi oldu, yaşasın, her istediğim olacak" derken, senelerdir ilk defa evin içinde örgü şal ile oturacak kadar üşüyor olmamın, dışarının soğuğuyla pek alakası yok malesef. çünkü çok iyi hatırlıyorum; bundan önce, çok daha soğukları görmüştü ankara.

işin kötüsü, bu şal boynumu çok kaşındırıyor !

ama bu haldeyken bile, annemin aniden gözümün önünde salladığı magnum böğürtlenli'ye hayır demem imkansız gibi bi şey. mm. en sevdiğim.

not : bazen çok acımasız oluyorum ve o zamanlarda aslında hep kendimden bahsediyorum.

22.11.11

bir delinin hatıra defteri

eğer hayatınızda, çok güzel bir şeye tanık olursanız, bi durun. nefes alın. derin derin nefes alıp verin. kimseye, gördüğünüzün veya yaşadığınızın ne kadar güzel olduğunu anlatmaya çalışmayın. kimseyi de dinlemeyin bu konuda. önce o, sizin kendi yaşadığınız şekilde, kendi duygu ve düşüncelerinizle sinsin içinize, başkalarının anılarıyla değil. eve gelince, ışığı kapatıp uzanın mesela. çünkü bu süre boyunca, ne kadar az şey görür, ne kadar az şey duyarsanız, o hikaye o kadar çok sizinle olur, o kadar çok da derine işler.


bazı şeyleri, yaşadığınız an unutamayacağınızı bilirsiniz. bir delinin hatıra defteri de, böyleydi benim için. şu an yaşadığım duyguların yoğunluğundan anlatmakta zorlandığım, muhtemelen hakkında bir yazı daha yazacağım bir oyundu. bazı insanların ne kadar "güzel" olduğunu görüp imreniyorum. erdal beşikçioğlu da onlardan biri, bir kez daha anladım.

şimdi fark ettim, ben de noktadan sonra küçük harfle başlıyorum :)

not : bi de oyun öncesi, ortamın nezihliğini yerle bir edecek şekilde gülmeme sebep olan, saçmasapan geyiklerimi, inatla sevdirmeye çalıştığım dizinin bilimum sahnelerini sabırla dinleyen, bi de tekrar başlamış şıpsevdiliğimi destekleyen biri var ki.. onu çok fena yirim ! evet.

18.11.11

yirim..


"if you play a role long enough, really commit, does it ever become real?"

--
ya bu çocuk çok komik değil mi? :)
..ikisini de !

16.11.11

işte öyle

kafamın karışık olmadığını söyleyemem. gün boyu düşündüğüm, yine de anlayamadığım, çözüm getiremediğim; bu nedenle de, rüyalarımda da uğraşmaya devam ettiğim şeyler var. uzun zamandır baş ağrısıyla uyanmıyordum. bugün bi bardak daha çay içmek istedim. oysa çayı pek sevmem ben. alışmıştım aslında birkaç senede, birkaç yakın arkadaşımla içe içe ama pek zevk vermiyor artık. zaten annem de bergamutlu çay almıyor. babam pek sevmiyor diye. babam cheesecake bile sevmiyor!

artık bir şeyleri ertelememe kararı almalıyım ama çok üşeniyorum. her kararımı uyguladığımdan değil tabi ki. bir kararımı daha uygulayamadığımı görmek istemediğimden. insan kendinden nefret ediyor öyle durumlarda. ben kimseden nefret etmem. göründüğü kadar iyi bir şey değil bu. bir zamanlar, house'un wilson'a söylediğini boş yere üstüme alınmadım sonuçta.

- you love everybody, it is your pathology !

ben bi de kapalı havayı pek sevmiyorum. elimde olsa, 'kapalı hava tatili' ilan ederim. havanın kapalı olduğu yetmiyormuş gibi, dağ başında oturmamıza rağmen, buraya kar gözükmeyecek kadar ince yağıyor. ama havada kar aydınlığı var. belki yarın sabah her şey daha güzel olur. belki de cuma sabahı.

beklediğim kişiler var. gelmiyorlar. söylemiştim, bekleyince gelmez hiçbir şey.

13.11.11

kelimeler üzerine

her şeyi, yaşadığımız her şeyi tek kelimeyle anlatabiliriz aslında. upuzun cümlelere ihtiyaç yok hiçbir zaman. yine de insan tutamıyor işte kendini. üzüldüğünde, sevindiğinde, sinirlendiğinde, özlediğinde, aşık olduğunda, acı çektiğinde, binlerce kelimeyi yan yana getirip defalarca farklı şekillerde anlatmak istiyor. "sevindim" demek yetmiyor belli ki. daha iyi anlatabilmek için, benzetmeler kullanıyor, yeni kelimeler türetiyor, zamanlar ekliyor, kişiler ekliyor. çünkü aslında tek bir kelimenin bile, karşısındakine aynı şeyi ifade etmeyeceğini biliyor. ne de olsa, kimse aynı sevinmiyor. işte, tam buradan kocaman bi boşluğa gidebiliriz aslında, o eklenen kelimelerin bile ne kadar farklı anlaşılacağını düşünüp, insanın kendini daha iyi anlatmaya çalıştıkça anlaşılmaktan uzaklaştığından bahsedebiliriz. hissettiklerimizi dile dökmeye çalışırken nasıl mantık süzgecinden geçirip özlerinden uzaklaştırdığımızı da anlatabiliriz.

ama bu kadar uzağa gitmeden, şuraya da varabiliriz. birinin hissettiğini hissettiğiniz şey, doğrudur. bu kadar.

snoopy ♥

10.11.11

hep şımarık!

yine aynı şey oldu.

bu sefer yanımda annem vardı. ben kendimi kaptırmış bi şekilde ankara'daki kültür sanat etkinliklerini gösteren kitapçığın kasım sayısını inceliyordum. bilimum müzik kurslarının ilanlarını okumakla meşguldüm. sonra bi adamla göz göze geldik, işaret parmağını kaldırarak durmamızı istedi. yanımıza gelip manken'li bi şeyler söyledi, resim çizdiğinden bahsetti. "her şey gönlünüzce olsun" diyip gitti.

nasıl olacak bilemem ama, her şey, herkesin gönlünce olsun bence de.
insanlar çok iyi ya. :)

ha bi de, kocaman kahkahalar da atabiliyormuşum meğersem.

23.10.11

anlam

bi süredir mutlu olmak o kadar zor ki.

nick, mektubunda hiçbir şeyi gözünde büyütme dediğinden beri, her şey daha büyük geliyor gözüme. resimdeki çocuk gibi kocaman bi kafam var sanki. ama o mutlu tabi, su verdiği çiçekleriyle. gerçi, bakınca benim de gülesim geliyor :) gerçi, şimdi de düşündüm de, canımı acıtan şeyler zaten çok kocaman. elimden bir şey gelmiyor, elinden bir şey gelebilecek olanlar ise bir şey yapmıyor. ve ben kızıyorum, kaybedilenlere üzülüyorum. biraz daha yalnız hissediyorum kendimi, biraz daha yabancı hissediyorum bazı insanlara. anlam veremiyorum ve asıl, asıl o anlam verememe yoruyor beni.

başka şeylerde de olduğu gibi. çünkü ben, anlam veremediğim şeyleri çözmeden bırakamıyorum. en iyi ihtimal, anlam veremeyeceğim başka bir şey bulmak.

2.10.11

güneşi severim.

eylüle bi derece katlanabilirdim. ama ekime hiç hazır değilim. hava bu kadar soğuk olmamalı mesela, ben uzun kollu şeyler giymemeliyim, yorganla uyumamalıyım, odama güneş geldiğinde perdemi açık tutmamalıyım. kısacası, üşümemeliyim.

ama yeni kararlar aldım. hakkımda yazılan bi yazıya başta çok fazla duygulanıp günler sonra mantıklı düşünmeye başlayabildiğimde. böyle, her yere yazıyorum, herkese söylüyorum ki, unutmayayım, vazgeçmeyeyim. bu tatil bana o kadar iyi geldi ki, o yüzden bırakmak istemiyorum sanırım. birazcık daha iyi olmak istememi, herkes anlayabilir herhalde, di mi?!

o zaman, hem bi şeylere çok uygun, hem de günlerdir loop'tan çıkmayan şu şarkıyı dinleyin siz de.
>> there are moments when i don't know if it's real ...

en azından hava bulutsuz. gökyüzü masmavi. hep güneş var, artık erken batıyor olsa da.

27.9.11

"evli misin?"

hayatta, en sevdiğim çocuk film karakteri olan alexandria türkmüş!! :p şu, the fall'daki, kırık koluyla oradan oraya bi masal dinleyebilmek için koşturan, söylenenleri anlamadığı zamanki gülüşüyle, "what?!" deyişiyle beni benden alan küçük kız.


bugün karşılaştım kendisiyle. ama alexandria'ya çok benzediğini, yanından ayrıldıktan sonra fark ettim. konuşmaları ise tamamen alexandria'nınkilere eş değer bi şapşallıktaydı. çünkü pek alışkın değilizdir küçük bi kızın içi gülen gözlerle yaklaşıp "evli misin?" diye sormasına ya da durup dururken "sen çok büyüksün" demesine. hele ki, şu diyalogdan sonra, ailesi, kızlarını kaçırmadığıma dua etsin.

- sen saçlarını boyatmışsın.
+ hayır, boyatmadım.
- ama sarı, boyatmışsın.
+ hayır ya, inanmıo musun, kendi rengi böyle.
- küçükken de mi böyleydi?
+ evet, hatta daha açıktı, bu koyulaşmış hali.
- hmm. o zaman annen küçükken boyamış.

:) of. yirim. babamı "cumhurbaşkanı"na benzetmesine değinmiyorum bile.

23.9.11

>> iyi dilekler alınır

siz de benim gibi, biliyorsunuz ki, çok isteyince oluyor. o yüzden, ileride hayal kırıklığı yaşamamak için şimdi az istiyormuş gibi davranmayacağım, kendimi kandırmayacağım. ne bileyim, bir zamanlar söylediğim gibi, hayal kırıklığına da üzüntüye de değecek şeyler var bu hayatta. biri de bu işte. hani, olacağından emin olabildiğim bir şey olmamasının yanında, olması da bütün gezegenlerin doğru yerde olmasına, birkaç tane yıldız kaymasına, bir uğur böceğinin tam zamanında uçmasına ve benim bir dört yapraklı yonca, bir tavşan ayağı, bir at nalı gibi şeyler bulmama bağlı neredeyse.

tabi, bunların yerine birkaç iyi dilek de gayet işe yarayabilir :)

22.9.11

iyki..


en net hatırladığım anılarımdan biridir bu resmi yapışın. hala durduğunu bilmiyordum, kocaman bi dolabı karıştırana kadar. hiç büyümemiş olsak mesela, tekrar büyüsek. bu sefer hiçbi şeyi unutmazdım !! :) 

yine beraber okula gitsek, arabanın arka koltuğunda oturup athena'dan şarkılar söylesek. mervelere gitcez diye çok sevinsek. ben senin için en yakın arkadaşımla kavga edip 4 gün konuşmasam. sen benim için en büyük meyve tabağını feda etsen. arka odada uyumaktan korktuğun için benim odamda, yer yatağında yatsan.  dondurma yerken, sen sonradan canın çekmesin diye yavaş yediğin için ben kızsam. sana emeklemeyi öğretsem, hatta salonun ortasında parande atman için gaza getirsem. aynı pozları verdiğimiz bissürü fotoğraf daha çekilsek. sen hatıra defterine yazmam için bana bissürü sayfa ayırsan, ben de yazmaya hep üşensem. sen de benim aşık olduğum çocuğa seslenip, söyleyeceğin şeyi unuttuğun için onu sevdiğimi söylesen. sonra biraz kavga etsek, iki dakika sonra hiçbir şey olmamış gibi gülsek. annem "kavga etmeyin" dediğinde, "etmiyoruz ki" desek. babamın bize söylediği her şeyi, zamanı gelince biz de ona söylesek. 

biliyorum, büyüdük ama değişmedi aslında hiçbir şey, hepsini yapıyoruz hala her gün, farklı şekillerde. hep yapalım. her zaman yapalım. senin, bu kuşlar gibi, havada bulut.'taki gökkuşağı gibi rengarenk bi hayatın olsun :) böylece sen de bizim hayatımızı renklendir!

iyki doğmuşsun ablacım
"anne, ama neden kardeşime 'çirkin' diyorlar ki, o çok güzel bi bebek!

9.9.11

şıpsevdi

bi dediğim bi dediğimi tutmuyor, ciddi söylüyorum. 17 haziran'da günlüğüme yazmışım,

"merdivenin başında umutsuzca geyik yapan birini, günlerce düşünüp bir yerlerde karşılaşacağımız hayalini kuracak kadar şıpsevdi günlerime döndüm ama (:"

sonra bugün, o "şıpsevdi günlerim"i yakından bilen bi arkadaşıma, şıpsevdiliğin güzel bi şey olmadığını, can sıkıntısından kaynaklandığını, zamanla yorduğunu ve artık şıpsevdi bi insan olmadığımı üstüne basa basa anlattım. bi de "aaaay! çok şeker ama, çok seviorum yaaa!" şeklinde olduğum dönemlerin taklidini yaptım ve arkadaşımdan, o zamanlar aynen böyle olduğumu öğrendim. :)

şimdi düşününce, acaba nerede o merdivenin başındaki çocuk?!

5.9.11

kuyruklu yıldız

"oysa ne yalan söyleyeyim, 
ben yalnızca bir kuyruklu yıldıza çarptığımı sanmıştım,
yaşamın çıkmaz sokaklarında yürürken,
yüreğim bir patlamayla aydınlanınca."
aa (:

(görsel: nonnetta)

2.9.11

bir gün, kavanozda bir balık deniz kenarına götürülür...

ve eylül akşamı çalmaktadır bir yerlerde. eylül ayının ilk haftasıdır ama gökyüzünde güneş parlamakta, gözleri kamaştırmaktadır. ince bir bulut geçer güneşin önünden, belli belirsiz bir gölge oluşur kumda, tam da kavanozun bırakıldığı yerde. kumdaki ayak izleri bir çocuğa aittir. neden bilinmez, balığından vazgeçmiştir çocuk. minik bir esinti çevredeki birkaç kumu havalandırır. çocuk, üzerinde el izlerinin olduğu kavanozun tepesinden balığı izlemeye başlar.

birkaç dakika sonra, kendi ayak izlerine basa basa geri döner çocuk. kumların üzerinde yan yatmış boş bir kavanoz durmasa, balık şimdi denizde olmasa, çocuğun gittiği anlaşılmaz bile. gözden kaybolduğunda şarkı bile bitmemiştir henüz. günler boyunca, çocuk hala oradaymış ya da birazdan gelecekmiş gibi, balık, hep deniz kıyısında yüzer.
~
nick'e.
hemencecik uykuya dalmadan, görebildiğim kadarıyla :)


28.8.11

eve dönüş

bol..

klorlu, öğlen uykulu, patates kroketli, irmik helvalı, dondurmalı, vampire diaries'li, tabu'lu, trivial pursuit'li, kuzenlerle gece gezmeli, kardeşle yorgan kavgalı, halayla ve babanneyle dedikodu yapmalı, uzaktakileri özlemeli, fotoğraflara bakmalı, anıları tekrar tekrar anlatmalı, giyinip yemeğe gitmeli, asansörlerin kapısı hemencecik kapanacak diye kaygılanmalı, şekle girmeyen saçlara sinirlenmeli, gelecek hayalleri kurmalı, dilek dilemeli, dua etmeli.. ama en çok da dinlenmeli.. 

bir tatili daha bitirdim ve geldim. 

:)

10.8.11

bilseydim uyumazdım ki

rüyamda ellerini gördüm.

uyandıktan sonraki ilk saniyeler çok tehlikeli aslında. her şeyin bir rüya olduğunun anlaşılmasıyla her şeyi yapabilir bence insan. birkaç numarayı tuşlayabilir, bi mesaj atabilir o acıyla. geri dönmek istediğin bi süre çünkü o. rüyaya, eskiye, sevgiliye. elim telefona gittiğinde, o tehlikeli saniyeleri doldurmak üzereydim. sonra, mantıklı düşünmeye başladım. hayır, sadece düşünmeye başladım. düşününce geçiyor rüyanın etkisi. kayıp gidiyor. bi yerlere yazmıştım ya da o da bi rüyaydı ve şöyle bi şeydi, "insan en çok sevdiğinin ellerini özler".

ayrıca gitarının telini kopardığım için de üzgünüm :)

5.8.11

martılar

pencereden bakıp evlerin ışıklarının birer birer söndüğünü fark ettiğimde mutlu oluyorum ben bu saatlerde. hele tam dışarıya göz atarken sönerse bi tanesi, çok şanslıyım demektir o gece. uyusun herkes! uyusun. bir şey olursa ben uyandırırım sizi, hepinizi. ama her şey dursun istiyorum. bütün arabalar, uçaklar. bir saniye sessizlik bile yeter bana.

bak şimdi, babamın yatağında döndüğünü duyuyorum mesela.
uzaklarda bir motor var.
odamda bir sinek.
şimdi de karşıdaki apartmanda bir ışık yandı.
sinirleniyorum yavaş yavaş.

teoman da müziği bırakmış zaten. zamanlamasına diyecek söz bulamıorum. salak.
martılar. bununla uğurluyorum seni.

3.8.11

düşsel sarılma

"Yağmur yağıyordu cama çarpa çarpa ama kış gelmemişti daha. Ağlıyordu Alda. Ağlama dedi üç yaşında çocuk, Alda'ya. Alda ise ağlasa sesinin duyulmayacağını biliyordu mısralarda. Alda avuçlarına dalmış, usul usul ağlıyordu. Çünkü o aşkın imkansız olduğunu biliyordu. Yazdığı şiirleri, tuttuğu günlükleri atmıştı bir denize. Çünkü onlar hep aynı kişiden bahsediyordu.

Erdal, pencereden yağmura bakıyor, sigarasından derin nefesler alıyordu. Aklından Alda geçiyor, Alda'yı aramıyordu. Işıkları kapatmıştı Erdal. Şiirler geçiyordu odasından. O ise Alda'ya söyleyemediklerini düşünüyordu.

Aynı saatlerde iki insan da ayrı ayrı odalarda birbirini düşünüyor ama ikisi de birbirini aramıyor, sormuyor, birbirine gitmiyordu.

Nedenin niçinin önemi yoktu.

İki insan aynı anda birbirinden habersiz şiir oluyordu. Alda, Erdal'ı arasa ya da Erdal, Alda'ya gitse gerçek olup yenik düşeceklerdi hayata... 

Bunu biliyorlar mıydı bilmiyorum ama ikisi de hissederek yaşıyor ve sevişmeden, dokunmadan, bakmadan şiir olabileceğinin, aşk olabileceğinin kanıtı oluyorlardı gecede.

Erdal ve Alda
Düşsel bir sarılmada konakladılar ömürleri boyunca..."

yasemin şenyurt - mayıs ıslığı

1.8.11

bazen kimse benimle konuşmuyor da..

bugünlerde o kadar düzenli ve sıradan bi hayatım var ki, yaptığım en büyük çılgınlık üç büyük bardak taze sıkılmış portakal suyu içmek. dönem içinde ders çalışmaktan ilk bölümlerini kaçırdığım, sonra da izlemeyi yaza bıraktığım behzat ç'ye başlamıştım bir ay önce. sabah kahvaltı yapar yapmaz onu izliyorum, sözlüklerden o bölümle ilgili yazılanları okuyup bi şey yazmamak için kendimi zor tutuyorum. öğleden sonra odam güneş altında kaldığı için, salona geçip puzzle'ın başına oturuyorum. parça aramaktan başım dönünce, odama geri dönüp başka diziler izliyorum. akşam yemeğinden sonra ise bir film izliyorum. biraz önce l'arnacoeur diye bir fransız filmi izledim mesela "J'min önerisiyle.

evet, fransız filmleri seven o kızlardan biri benim. biri de "J. ama onun ablası değil sanırım. zaten scott pilgrim vs. the world'ü de sevmemişti. neyse. o değil de, dünden beri düşünüyorum. acaba benim "seninle mutsuz olmaya da varım" diyebileceğim kimse çıkmadı mı karşıma?

üzülüyorum. sonra rüyalarımda saçmalıyorum. biri şu kızı sustursun. nolur.

hı. bi de bütün bunları yaparken aralarda bubble struggle 2: rebubbled oynuyorum. eski bağımlılığım geri döndü. link koydum ama uzak durun bence. :p :)

26.7.11

jb.

bir gece, hiç uykum yokken, yatağın içinde, yorganın altında jehan barbur dinlemiştim saatlerce. o dingin sesi uykumu getirir diye de düşünmüştüm hem. o gece uykum gelmedi, ben de dinlemekten bıkmadım. hava aydınlanmıştı. ben müziği kapatalı saatler olmuştu ama kulaklarımdan şarkının müziği, jehan barbur'un sesi gitmiyordu. azalmamıştı bile. sanki ben kulaklıklarımı bile çıkarmamıştım.

o geceden sonra, arka arkaya hiçbir şarkısını dinleyemedim. bi tanesi yetiyor bana, bütün gün aynı şarkıyı mırıldanmama; o kadar güzel ve yoğun. o kadar güzel ve yoğun ki, başka hiçbir şey bunu yaşatmamıştı bana.

öylesine.

23.7.11

i think i'm kinda falling in love with you. again.


aşk, tam bu şekilde itiraf edilir bence. böyle olmalı yani.
otururken, ayaktayken değil.
böyle teslim olmuşken, kendini bırakmışken.
"aşkı nerende hissediyorsun?" sorusuna verilecek cevap ortadayken.

ben hala anlamıyorum.
bu filmi nasıl bu kadar geç izledim?!

>> don't fall in love. fall off a bridge. it hurts less.

11.7.11

mor?!!?

biraz önce gökyüzü resmen mordu !!!

yani, öyle güneş batarkenki olan pembemsi renk değil, eflatun değil. pencereden dışarı bi baktım ki, mor bi gökyüzü! zaten sadece birkaç yüksek bina ve gökyüzünü görebiliyorum oturduğum yerden. ama uzun zamandır penceremden gördüğüm en güzel şeydi. hemen annemi çağırdım baksın diye. gelmedi. neyse, bi de geçen cumartesi günü, penceremden, yazları ortaya çıkan mahallemizin sokak çalgıcısını görmüştüm elinde akordeonuyla.

ben bunları yazana kadar gökyüzünün çok büyük bi kısmı mavi, küçük bi kısmı da turuncu oldu tabi. olsun böyle de güzel. :) ve ben resmen çok mutluyum.

4.7.11

daddy issues

hayat bazen gerçekten acımasız olabiliyor. ama ben yine bütün iyimserliğimle bunu isteyerek yapmadığını düşünüyorum. çünkü hayat nereden bilebilirdi ki, benim bi mesaja bu kadar sevineceğimi. her şey, evde boş oturmamla başlıyor. tam da evde kimse yokken, müziklerim kuzenimdeyken ve fizy'den şarkı dinlemeye üşenmişken.

zaten yazı yazarken de ellerim terler hep. bu yüzden blogumda, günlüğümdekinden daha fazla yazı vardır benim. o yüzden başlayamıyorum hikayelerime, şarkı sözlerime.

>> ama gerçekten, bi şeyler güzel, bi şeyler daha güzel olacak gibi geliyor. sonra, bir korku alıyor beni, bir gerçekçilik. daha güzel olacak bir şey kalmamış gibi hayatımda, en güzelini zaten yaşıyormuşum gibi ve bundan sonra başlayacakmış gibi kötü şeyler. bu korku, kötü şeylere hazırlıklı olmadığımı hissettiriyor. ama mantıklı düşününce, kim hazırlıklıdır ki zaten?

sonra babam eve geliyor, kapıdan "merhaba" diye bağırıyor. yalnızlığım geçiyor. :)

17.6.11

they don't fit in. except together.

"im late which is ironic because i started out 9 hours and 23 minutes early."

kitabını da acilen bulup okumalı!

fotoğraf

"durakta üç kişi
adam kadın ve çocuk

adamın elleri ceplerinde
kadın çocuğun elini tutmuş


adam hüzünlü
hüzünlü şarkılar gibi hüzünlü

kadın güzel
güzel anılar gibi güzel

çocuk
güzel anılar gibi hüzünlü
hüzünlü şarkılar gibi güzel
"

cemal süreya

15.6.11

şans.

"amaç bu zaten, insan bazen kendini unutur, sonra yazdıklarına bakıp hatırlar, aa ben vardım yahu der"
nick
~
hiç tanımadığın birinden duymak daha güzeldir bazı şeyleri.
ve hiç tanımadan kitap tavsiye etmek.
yeni yazılmakta olan bir kitap siparişi vermek.

gece yarısı, hiç yoktan, gülümseyebilecek kadar şanslıyım :)

10.6.11

ben çok sakinim

önce bu.
sonra bu.
en son bu.

6.6.11

mim - ben küçükken ... sanırdım

jakoobi, beni Süpernova ! da mimlemiş, ikiletmeden yazmalı. :) mimin konusu, "ben küçükken ... sanırdım"

ilk okuduğumda ne yazacağımı düşünürken, aklıma bir şey gelmedi ve anneme sordum, küçükken doğru sandığım yanlış ne vardı, hatırlıo musun diye. önce bi şey yoktu dedi :p ahaha her şeyi doğru biliomuşum güya. neyse buldu sonra bi tane, onunla başlayalım, sonra da benim aklıma gelenlerle.

>> ben küçükken, biz arabayla ileri giderken, ağaçların da geri gittiğini sanırdım. tamam, bu doğal bi şey, hala bakarken öyle hissedebiliorum. ama bi de gidip bunu anneme bilimsel buluş gibi sunmam çok fena işte. "anne, biz arabayla ileri giderken, ağaçlar da geri gidiyor"..."hıhı evet kızım" :p

>> bir kere, ilkokulda bahçede otururken, bulutların hareket ettiğini görmüştüm. muhtemelen o dönemde dünyanın dönüşü falan gibi şeyleri işliyor olmalıyız ki, ben o hareketleri dünyanın döndüğünün işareti olarak algılayıp uzunca bir süre öyle sanmış, daha sonra da bunu ilkokul öğretmenime söyleyip büyük hayal kırıklığıyla karşılaşmıştım.

>> ben o kadar da küçük değilken, ama yine de küçük sayılırken, kuzenim ve bir arkadaşı bana britney spears'ın baby, one more time şarkısına hazırladıkları dans koreografisini sunarlarken, şarkıda geçen "still believe" sözcük grubunu, "steven lee" olarak anlamış, akşam eve gelince de anneme steven lee'nin kim olduğunu sormuştum. cevabını tabi ki alamamış olsam da uzuuuunca bir süre öyle sanmaya devam etmiş, şarkının orası gelince de hemen "steven lee" demiştim. zaten bi de "hit me baby one more time" diyebiliodum :p şimdi bütün sözlerini ezbere biliorum ama hıh!

>> bir de bacağımdaki ameliyat izinin ben büyüdükçe küçüldüğünü sanırdım. bir kere arkadaşıma bilmiş bilmiş "hıhı ameliyat olmuştum ama o eskiden daha büyüktü, artık küçüldü" falan diye anlatırken, yakınlardaki annemin cevabıyla hem acı gereği öğrenmiş, hem de arkadaşıma rezil olmuştum. :)

işte böyle. ben de o zaman, bu mimi mia wallace, ry ve girl with the red balloon'u mimliyorum, bakalım neyi ne sanırdınız. :)

ek: küçük bi değişiklikle mefisto'yu da ekliorum mimlenenler listesine. :)

1.6.11

..

"bu sefer silmeyeceğim yazdığım her şeyi.. ilk defa bu kadar açık olacağım ve -büyük ihtimalle- son defa..

1.5 senedir, içimden geçenlerdi hep yazdıklarım, hiç yapmacık olmadım. yaşadıklarım da her zaman öyleydi zaten, seninleyken kimseye karşı olmadığım kadar doğaldım. o yüzdendi yaptıklarımdan sonra garip garip bakmaların; senin yanında içimden gelen coşkuya hiç karşı koyamadım. çünkü hep bastırıyorduk zaten bir şeyleri, sevgimizi bastırırsak daha az inciniriz sandık, özlemimizi bastırırsak hiç özlemeyiz sandık. ama şimdi yine tekrar tekrar dolaşıyor o aylar önce sorduğum soru kafamda: 'korkmadan sevsek mutlu olur muyduk?'

tek fark var o zamanla şimdi arasında, o zaman '2 mutsuz' değildik gerçekten. sadece yorgunduk belki, ve yine mutlu edebiliyorduk birbirimizi. sadece seslerimiz hayata bağlıyordu bizi, birbirine bağlanmış iki yaşam destek ünitesiydik (: şimdiyse.. mutsuz demek istemiyorum ikimize de, gelecekte bir gün, sadece gülümseyerek hatırlayacağımızı biliyorum o koskoca seneyi. yine de bunun için hala biraz erken sanırım.

hiç kızamadım sana, bilirsin. yine kızmıyorum zaten. tek benim hayallerim değil çünkü kırılan, sen de yaşıyorsun aynılarını, eminim. sana bu kadar yakınken, hiç olmadığım kadar uzaklaşmak istemezdim ama haklıydın işte. zamanla daha da zorlaşacaktı her şey, daha acı verecekti özlemler ve bu ayrılık. içimdeki o uğursuz umudu söndürmeye çalışıyorum şimdi, hayalperest olmanın acısını çekiyorum, oysa o kadar uyarmıştın di mi?

bu, buraya yazacağım son yazım; rüzgar girerken penceremden, karanlık basmışken etrafı, okuyup okumayacağını bile bilemezken, yapayalnız yazdığım bir yazı sadece.. biraz hüzün, biraz özlem, biraz sen, biraz ben olan içinde. hayatının her noktasından çıkmışken aslında, hayal gibi birazcık görünüp sonra yine kaybolacağım bir yazı.

ve o gece söyleyememiştim ama,

sana da teşekkürler beni çok sevdiğin için!
"
temmuz '09

-- 
o 'gelecekte bir gün' gelmiş bile. sadece bunu söylemek istedim.

28.5.11

başlık olmazsa olmaz tabi.

öncelikle buralar kapalıyken bi tumblr'm oldu >> I Don't Trust a Man with Curly Hair!

sonra aylardır sorunlu olmaktan vazgeçmeyen internetim, tumblr'ın olağan yavaşlığıyla birleşince, zaten genel olarak fotoğraf paylaşmak için kullandığım o sayfadan yavaş yavaş soğudum. ve tam o sırada pinterest'le karşılaşmam gibi bir mucize.

an itibariyle profil fotoğrafı olarak kullandığım bu sevimli şeyi de orada buldum işte. :)

p.s : günler önce, yazıp ortada bırakmışım yazıyı. muhtemelen yemeğe çağrılmışımdır, biri msn'den bişi yazmıştır ya da dışarı çıkmışımdır. görünce, sizi bu şapşal fotoğraftan mahrum etmek istemedim.

Vive le pinterest!

27.5.11

son şans

ben 'yanlış' yazacakken, 'yalnız' yazarım, eğer o sırada beirut dinliyorsam mesela. gerçi sorun değil, biraz zorlasak ikisi de aynı şey sonuçta. kendimi kandırabilirim, gözüme batan bi şeyler varken ağlamışım gibi. oysa musmutluyumdur o an, havalar ısındığı için. çünkü, bilirsiniz, ben `güvenli bağlanacak birini arıyorum :(` :p  bi de.. bi de telefona bakar dururum mesela, şarjın bittiğini bilioken bile, mesajıma cevap gelmiş mi kontrol ederim. çünkü benim altıncı hissim kuvvetlidir, ona pek kulak asmasam da.

kalbim kırılır. ama söylemem. çokfena. yani, kalbimin kırılması o kadar fena olmasa bile, söylemiyor olmam oldukça kötü. dizilerle unuturum. ya da müziklerle ve filmlerle. kitaplar da olabilir belki. ama bittiklerinde üzülürüm hep. hiçbir şey bitmese keşke.


sarı oje istiyorum şimdi, papatya yapmak istiyorum tırnağımın köşesine. ortası pembe papatya olmaz ki. :'(

edit: bi kerede "sonşansşusuşisesinde" diyebilirseniz, size bir sürprizim olabilir belki, çünkü bu benim en sevdiğim tekerlemedir.

16.5.11

mm..


zaten ben salıncakları hep sevdim.

"ayık ayık sevin"

bi şey olsa.. 

ben yine yazmazsam çatlayacağımı sanmaya başlasam. yazdıklarımı ileride okuduğumda "evet ya, gerçekten bunlardı düşündüklerim, şimdi bile böyle düşünüorum" diyebilsem. 

o değil de, 
her yer hayal kırıklığı dolu. bugün bir arkadaşımın yazdığı gibi aslında.
"öyle yürekten seviyorsan aklı başından atacaksın.. http://youtu.be/... - siz siz olun atmayın yine de. biz attık da n'oldu. ayık ayık sevin. akıllı olun."
işin kötüsü duman'a hak veririm çoğu zaman. :) 

yazmazsam çatlayacağım bi şey de var aslında..
bazı insanlar gerçekten çok salak değil mi ya?!

6.5.11

plasebo

kocaman gülümsemeli bi surat çizmek, ilk günde işe yarayabilirmiş de. bunda bile plasebo etkisi olacağını nereden bilebilirdim :p bi de şu aspirin de işe yarasa iyi olacak, benim daha 19 mayıs'a kadar yapmam gereken bi ton şey var.

self help book'ları da bi süreliğine daha rafa kaldırabilirim sanırım. şunu dinlemek, bağıra bağıra söylemek bile mutlu edio. bunu da en iyi aslında yaşar yapıo sanırım. böyle musmutlu bi müziğe, bu kadar hüzünlü şeyler yerleştirmeyi diorum yani.

tamam, kabul ediorum, bütün bunların bugün ders arasında telefonumun saçma şehir kodlu bi numaradan aranmasıyla da alakası var :)

26.4.11

buğu

anlamı kadar, söylemesi de güzel bi kelime olsaydı, kızımın adını koyabilirdim.

19.4.11

bahar..

biraz deniz, biraz temiz hava..
ha! upuzun ağaçlar ve 'gülmelik kuşlar'sız da olmaz tabi..
evet, güneş buralara hala uğramamış olabilir..
o kadar "kar ankara'ya çok yakışıyor" dedim ki bu sene, o kadar kara doyamadım ki, bazen güneşin bana küstüğünü düşünüp üzülüyorum. :)
bulutlar da iyidir güzeldir ama.. gökyüzünü tamamen kapladıklarında sevemiorum..
aniden rüzgarın esmesiyle yön değiştirip pencereme çarpan yağmur damlalarını saymıorum bile..

hepsinden az az olsa mesela..
uzaklarda bi gökkuşağı olsa.. - alkım
güneş gözlüğümüzü alsak yanımıza, bi de incecik bi hırka, her ihtimale karşı..
hani, kesin havalar birdenbire ÇOK ısınacak ya..
birdenbire ÇOK soğuduğu gibi..
ben baharı çok özledim işte..

13.4.11

son 1 öpücük..


kalpkalp (:

bitti bitecek.

ah! bir bilseniz, buralar açık olsa neler yazardım.
aslında ne kadar her şeyden şikayetçi, bıkkın, kaygılı bi insan olduğumu görürdünüz mesela.
iyi ki kapalı o yüzden! :)
çünkü bu sefer atlatmam zor oldu.
büyüdükçe, hayal kırıklıklarım da büyüyor sanki.
belki de hayatımdaki her şeye/herkese çok fazla değer veriyorum.
bu iyi bi şey :)
bahar geldiğinde...

gerçi dün kar yağdı.
ama en azından yarın deniz görcem! :)
bu bile yeter.

28.3.11

mart da bitti!

yasal olmayan yollardan, girip kendi blogumu okuduğumda, aslında buraları ne kadar özlediğimi fark ettim.. çok asi bi insan olmadığım, topluma, kurallara elimden geldiğince uyduğum, o inişli çıkışlı profilimden bile anlaşılıo aslında.. işin kötüsü, yüksek çıkan K değerime rağmen, bazı şeylerle hala etkin olarak başa çıkamıo oluşum.. bunu hocaya göstermeyi geçtim, basit bi soruyu bile sormaktan çekiniorum şu sıralar.. çevremde, bu tür olaylardan benim kadar etkilenmeyenleri görmek biraz korkutucu tabi.. ya da bunları gizleyebilmeleri.. ya da benim bi şeyleri gizlediklerini anlayamamam.. yine de umarım her şey göründüğü gibi değildir..

yine de güneş bile moral verebilir çoğu zaman..

p.s : 2noktayanyana yapmayı bile özlemişim, ne diosun.. 

28.2.11

..

bi gün buraya çok güzel bi yazı yazcam. 

14.2.11

başlıkları hiç sevmedim ben zaten.

ben nasıl yazı yazılacağını unuttum.

cidden.
hayatım bu günlerde o kadar boş ki, şu boş sayfaya uzun uzun bakıyorum sadece.
yazacak bir şey gelmiyor aklıma, tek bir şeyden başka.
onun içinse söylenebilecek her şeyi söyledim.
kendimi tekrar etmekten nefret ederim.

bi şeyler olmasını istediğimden değil.
seviyorum aslında boş zamanlarımda puzzle yapmayı.
her gün 1 film izlemeyi, kitap okumayı.
sadece yazmayı özledim, kendimi ifade etmeyi, anlatmayı.

balığım ben.
birden ağlamaya başlayabilirim o yüzden.
çabuk sinirlenip çabuk da sakinleşirim. bunun burcumla alakası olmayabilir tabi.
bugün de öyle oldu.
sakinleştim ama.
olaydan hemen sonra.
belki de bu kadar ağlamamalıyım yine de.

bugün sevgililer günüydü.
bugünlük sevgili bile buldum kendime :p
sonra "beni rahatsız etme" diyip dizi izlemeye gitti.
ben de bişi demedim, çok yüz vermesem iyi olacak oysa :p - sonra terk falan eder beni..

bir de saçımı kestircem.
böyle seyrek kahküllü bi şey istiyorum.
boyuna karar vermedim henüz.
komik ! sanki istediğim gibi yapacak kuaför.
en başından para vermemekle tehdit etsem çok mu ayıp olur acaba?
bu daha komik ! tehdit edebilirmişim sanki..

bu yazmayı unutmuş halim.
böyle parçapinçik kolay oluyormuş cidden.
yoksa uzun cümleler, uzun paragraflar kuracak halde değilim.

13.2.11

bi doğumgünü.

ebet.

çok uzaklarda olsan da, ihtiyacım olsa, yanımda olacağını biliorum.
kırgın bile olsan mesela..
ama her zaman derim, doğumgünlerinde küslük olmaz diye! :)
keşke burada olsan yarın, kilometrelerce yürütsem yine seni ta akay'a kadar :p
nerede olduğunu tam bilmediğim yerlere götürsem.
öbür kiraz tanemizle birlikte.
karaoke planı yapıp gidemesek bi türlü :p
fotoğraf çeksek bissürü. sonra göndermesek birbirimize :D

bütün bunları çok seviyorum.
seni çok seviyorum.

iyi ki doğmuşsun, nice mutlu mutlu senelere.
bizimle birlikte !
öperim :* muah..

3.2.11

ignorance is bliss

son bir haftada,
çok sevindiğim, çok üzüldüğüm, çok şaşırdığım birer şey;
çok özlediğim bir kişi;
çok sıkıldığım ve çok gitmek istediğim birer yer oldu.

- ama buralarda olmayacağım bisüre daha..

28.1.11

***


çok güsel bi replik vardı bu filmde.. 
unuttum ama.. 
yineee!
*polaroid fotoğraf makinesi istiyorum..
**bugün ne izleyeceğime karar veremiyorum :p
***bi kere daha sorarsan, "tamam" diyeceğim neredeyse.. 

21.1.11

bi de babam sözünü tutarsa.. :)

aslında bu yazımda chuckcan sayesinde izlediğim "la science des rêves"in ne kadar güzel bir film olduğundan bahsedecektim..
ama.. ama dün "black swan"u izledim..
şimdi ikisinden de bahsetmek zor olacak, tatille birlikte üşengeçlik seviyemde bir artış olduğunu inkar edemem ! 
ama sağ tarafta görmüş olduğunuz "sen de izle!" kısmını elimden geldiğinde yenilemeye çalışıorum..
orayı takip edin :) 

--
kartpostallar, küçük prens ajandası, "penguins are psychotic!" ayracım, brida, max fm ve emma bunton.. bu küçük masaya sığmakta zorluk çekiorum.. yine de bu kadar yakınımda olmalarını seviyorum.. 
polly..

16.1.11

`the sound of water makes her dream`






bakayım..

önce kahvaltımı yapayım de beynim çalışsın..
sonra..
bakayım, twitter'dan mention'ım var mı.. 
bakayım, feysbuk'ta fotoğrafımı beğenen olmuş mu.. 
bakayım, sözlükte çaylak onay listesinde kaçıncı sıradayım.. 
bakayım, msn'de kimler var..
bakayım, mail gelmiş mi.. 
bakayım, twitter'da... 
bakayım, markofoni'de neler var..
bakayım, twitter..
bakayım.. 
bak..
b..

word açıldığında, bunlar kendiliğinden kapansa?

10.1.11

100111

haftaya pazartesiyi bekliyorum. 7 gün kaldı. dayanabilirim. delirmeden. sonra... önce oi va voi =) o bile yeter belki. kitaplar, romanlar.. shelovesbookmarks.. özledim orayı da çok ! başka bişi düşünmem, en kendimle baş başa tatilim olur.. 
bi de kitap kurdu'na giderim.. 
film izlerim, lie to me'yi bi daha izlerim.. harry potter'ları da =) 
mızıka çalışırım bol bol.. 

ağladıkça, istediğim gerçekten bu mu diye düşünmeden edemedim çünkü.. 
ya da yapabileceğim?

"beisa, mutlu musun?" :))
not: bu evi seviyorum. 

7.1.11

veda.

sessizce..

"bıraktığın her ne varsa ya kalbimde ya da fikrimde.."