Pages

22.11.11

bir delinin hatıra defteri

eğer hayatınızda, çok güzel bir şeye tanık olursanız, bi durun. nefes alın. derin derin nefes alıp verin. kimseye, gördüğünüzün veya yaşadığınızın ne kadar güzel olduğunu anlatmaya çalışmayın. kimseyi de dinlemeyin bu konuda. önce o, sizin kendi yaşadığınız şekilde, kendi duygu ve düşüncelerinizle sinsin içinize, başkalarının anılarıyla değil. eve gelince, ışığı kapatıp uzanın mesela. çünkü bu süre boyunca, ne kadar az şey görür, ne kadar az şey duyarsanız, o hikaye o kadar çok sizinle olur, o kadar çok da derine işler.


bazı şeyleri, yaşadığınız an unutamayacağınızı bilirsiniz. bir delinin hatıra defteri de, böyleydi benim için. şu an yaşadığım duyguların yoğunluğundan anlatmakta zorlandığım, muhtemelen hakkında bir yazı daha yazacağım bir oyundu. bazı insanların ne kadar "güzel" olduğunu görüp imreniyorum. erdal beşikçioğlu da onlardan biri, bir kez daha anladım.

şimdi fark ettim, ben de noktadan sonra küçük harfle başlıyorum :)

not : bi de oyun öncesi, ortamın nezihliğini yerle bir edecek şekilde gülmeme sebep olan, saçmasapan geyiklerimi, inatla sevdirmeye çalıştığım dizinin bilimum sahnelerini sabırla dinleyen, bi de tekrar başlamış şıpsevdiliğimi destekleyen biri var ki.. onu çok fena yirim ! evet.

18.11.11

yirim..


"if you play a role long enough, really commit, does it ever become real?"

--
ya bu çocuk çok komik değil mi? :)
..ikisini de !

16.11.11

işte öyle

kafamın karışık olmadığını söyleyemem. gün boyu düşündüğüm, yine de anlayamadığım, çözüm getiremediğim; bu nedenle de, rüyalarımda da uğraşmaya devam ettiğim şeyler var. uzun zamandır baş ağrısıyla uyanmıyordum. bugün bi bardak daha çay içmek istedim. oysa çayı pek sevmem ben. alışmıştım aslında birkaç senede, birkaç yakın arkadaşımla içe içe ama pek zevk vermiyor artık. zaten annem de bergamutlu çay almıyor. babam pek sevmiyor diye. babam cheesecake bile sevmiyor!

artık bir şeyleri ertelememe kararı almalıyım ama çok üşeniyorum. her kararımı uyguladığımdan değil tabi ki. bir kararımı daha uygulayamadığımı görmek istemediğimden. insan kendinden nefret ediyor öyle durumlarda. ben kimseden nefret etmem. göründüğü kadar iyi bir şey değil bu. bir zamanlar, house'un wilson'a söylediğini boş yere üstüme alınmadım sonuçta.

- you love everybody, it is your pathology !

ben bi de kapalı havayı pek sevmiyorum. elimde olsa, 'kapalı hava tatili' ilan ederim. havanın kapalı olduğu yetmiyormuş gibi, dağ başında oturmamıza rağmen, buraya kar gözükmeyecek kadar ince yağıyor. ama havada kar aydınlığı var. belki yarın sabah her şey daha güzel olur. belki de cuma sabahı.

beklediğim kişiler var. gelmiyorlar. söylemiştim, bekleyince gelmez hiçbir şey.

13.11.11

kelimeler üzerine

her şeyi, yaşadığımız her şeyi tek kelimeyle anlatabiliriz aslında. upuzun cümlelere ihtiyaç yok hiçbir zaman. yine de insan tutamıyor işte kendini. üzüldüğünde, sevindiğinde, sinirlendiğinde, özlediğinde, aşık olduğunda, acı çektiğinde, binlerce kelimeyi yan yana getirip defalarca farklı şekillerde anlatmak istiyor. "sevindim" demek yetmiyor belli ki. daha iyi anlatabilmek için, benzetmeler kullanıyor, yeni kelimeler türetiyor, zamanlar ekliyor, kişiler ekliyor. çünkü aslında tek bir kelimenin bile, karşısındakine aynı şeyi ifade etmeyeceğini biliyor. ne de olsa, kimse aynı sevinmiyor. işte, tam buradan kocaman bi boşluğa gidebiliriz aslında, o eklenen kelimelerin bile ne kadar farklı anlaşılacağını düşünüp, insanın kendini daha iyi anlatmaya çalıştıkça anlaşılmaktan uzaklaştığından bahsedebiliriz. hissettiklerimizi dile dökmeye çalışırken nasıl mantık süzgecinden geçirip özlerinden uzaklaştırdığımızı da anlatabiliriz.

ama bu kadar uzağa gitmeden, şuraya da varabiliriz. birinin hissettiğini hissettiğiniz şey, doğrudur. bu kadar.

snoopy ♥

10.11.11

hep şımarık!

yine aynı şey oldu.

bu sefer yanımda annem vardı. ben kendimi kaptırmış bi şekilde ankara'daki kültür sanat etkinliklerini gösteren kitapçığın kasım sayısını inceliyordum. bilimum müzik kurslarının ilanlarını okumakla meşguldüm. sonra bi adamla göz göze geldik, işaret parmağını kaldırarak durmamızı istedi. yanımıza gelip manken'li bi şeyler söyledi, resim çizdiğinden bahsetti. "her şey gönlünüzce olsun" diyip gitti.

nasıl olacak bilemem ama, her şey, herkesin gönlünce olsun bence de.
insanlar çok iyi ya. :)

ha bi de, kocaman kahkahalar da atabiliyormuşum meğersem.