Pages

27.9.11

"evli misin?"

hayatta, en sevdiğim çocuk film karakteri olan alexandria türkmüş!! :p şu, the fall'daki, kırık koluyla oradan oraya bi masal dinleyebilmek için koşturan, söylenenleri anlamadığı zamanki gülüşüyle, "what?!" deyişiyle beni benden alan küçük kız.


bugün karşılaştım kendisiyle. ama alexandria'ya çok benzediğini, yanından ayrıldıktan sonra fark ettim. konuşmaları ise tamamen alexandria'nınkilere eş değer bi şapşallıktaydı. çünkü pek alışkın değilizdir küçük bi kızın içi gülen gözlerle yaklaşıp "evli misin?" diye sormasına ya da durup dururken "sen çok büyüksün" demesine. hele ki, şu diyalogdan sonra, ailesi, kızlarını kaçırmadığıma dua etsin.

- sen saçlarını boyatmışsın.
+ hayır, boyatmadım.
- ama sarı, boyatmışsın.
+ hayır ya, inanmıo musun, kendi rengi böyle.
- küçükken de mi böyleydi?
+ evet, hatta daha açıktı, bu koyulaşmış hali.
- hmm. o zaman annen küçükken boyamış.

:) of. yirim. babamı "cumhurbaşkanı"na benzetmesine değinmiyorum bile.

23.9.11

>> iyi dilekler alınır

siz de benim gibi, biliyorsunuz ki, çok isteyince oluyor. o yüzden, ileride hayal kırıklığı yaşamamak için şimdi az istiyormuş gibi davranmayacağım, kendimi kandırmayacağım. ne bileyim, bir zamanlar söylediğim gibi, hayal kırıklığına da üzüntüye de değecek şeyler var bu hayatta. biri de bu işte. hani, olacağından emin olabildiğim bir şey olmamasının yanında, olması da bütün gezegenlerin doğru yerde olmasına, birkaç tane yıldız kaymasına, bir uğur böceğinin tam zamanında uçmasına ve benim bir dört yapraklı yonca, bir tavşan ayağı, bir at nalı gibi şeyler bulmama bağlı neredeyse.

tabi, bunların yerine birkaç iyi dilek de gayet işe yarayabilir :)

22.9.11

iyki..


en net hatırladığım anılarımdan biridir bu resmi yapışın. hala durduğunu bilmiyordum, kocaman bi dolabı karıştırana kadar. hiç büyümemiş olsak mesela, tekrar büyüsek. bu sefer hiçbi şeyi unutmazdım !! :) 

yine beraber okula gitsek, arabanın arka koltuğunda oturup athena'dan şarkılar söylesek. mervelere gitcez diye çok sevinsek. ben senin için en yakın arkadaşımla kavga edip 4 gün konuşmasam. sen benim için en büyük meyve tabağını feda etsen. arka odada uyumaktan korktuğun için benim odamda, yer yatağında yatsan.  dondurma yerken, sen sonradan canın çekmesin diye yavaş yediğin için ben kızsam. sana emeklemeyi öğretsem, hatta salonun ortasında parande atman için gaza getirsem. aynı pozları verdiğimiz bissürü fotoğraf daha çekilsek. sen hatıra defterine yazmam için bana bissürü sayfa ayırsan, ben de yazmaya hep üşensem. sen de benim aşık olduğum çocuğa seslenip, söyleyeceğin şeyi unuttuğun için onu sevdiğimi söylesen. sonra biraz kavga etsek, iki dakika sonra hiçbir şey olmamış gibi gülsek. annem "kavga etmeyin" dediğinde, "etmiyoruz ki" desek. babamın bize söylediği her şeyi, zamanı gelince biz de ona söylesek. 

biliyorum, büyüdük ama değişmedi aslında hiçbir şey, hepsini yapıyoruz hala her gün, farklı şekillerde. hep yapalım. her zaman yapalım. senin, bu kuşlar gibi, havada bulut.'taki gökkuşağı gibi rengarenk bi hayatın olsun :) böylece sen de bizim hayatımızı renklendir!

iyki doğmuşsun ablacım
"anne, ama neden kardeşime 'çirkin' diyorlar ki, o çok güzel bi bebek!

9.9.11

şıpsevdi

bi dediğim bi dediğimi tutmuyor, ciddi söylüyorum. 17 haziran'da günlüğüme yazmışım,

"merdivenin başında umutsuzca geyik yapan birini, günlerce düşünüp bir yerlerde karşılaşacağımız hayalini kuracak kadar şıpsevdi günlerime döndüm ama (:"

sonra bugün, o "şıpsevdi günlerim"i yakından bilen bi arkadaşıma, şıpsevdiliğin güzel bi şey olmadığını, can sıkıntısından kaynaklandığını, zamanla yorduğunu ve artık şıpsevdi bi insan olmadığımı üstüne basa basa anlattım. bi de "aaaay! çok şeker ama, çok seviorum yaaa!" şeklinde olduğum dönemlerin taklidini yaptım ve arkadaşımdan, o zamanlar aynen böyle olduğumu öğrendim. :)

şimdi düşününce, acaba nerede o merdivenin başındaki çocuk?!

5.9.11

kuyruklu yıldız

"oysa ne yalan söyleyeyim, 
ben yalnızca bir kuyruklu yıldıza çarptığımı sanmıştım,
yaşamın çıkmaz sokaklarında yürürken,
yüreğim bir patlamayla aydınlanınca."
aa (:

(görsel: nonnetta)

2.9.11

bir gün, kavanozda bir balık deniz kenarına götürülür...

ve eylül akşamı çalmaktadır bir yerlerde. eylül ayının ilk haftasıdır ama gökyüzünde güneş parlamakta, gözleri kamaştırmaktadır. ince bir bulut geçer güneşin önünden, belli belirsiz bir gölge oluşur kumda, tam da kavanozun bırakıldığı yerde. kumdaki ayak izleri bir çocuğa aittir. neden bilinmez, balığından vazgeçmiştir çocuk. minik bir esinti çevredeki birkaç kumu havalandırır. çocuk, üzerinde el izlerinin olduğu kavanozun tepesinden balığı izlemeye başlar.

birkaç dakika sonra, kendi ayak izlerine basa basa geri döner çocuk. kumların üzerinde yan yatmış boş bir kavanoz durmasa, balık şimdi denizde olmasa, çocuğun gittiği anlaşılmaz bile. gözden kaybolduğunda şarkı bile bitmemiştir henüz. günler boyunca, çocuk hala oradaymış ya da birazdan gelecekmiş gibi, balık, hep deniz kıyısında yüzer.
~
nick'e.
hemencecik uykuya dalmadan, görebildiğim kadarıyla :)