Pages

21.6.15

"hayır, hitler'in değil, başkasının kavgası"

bu günden yaklaşık üç hafta öncesine gidiyoruz. zevkine kısa sürede çokça güvendiğim birinin heyecanla çıkmasını beklediği kitabı ben de almışım. ilk üç cümle ezberimde ama devamını çok merak ediyorum, çünkü kitabın norveç'te kısa sürede büyük yankı uyandırdığını biliyorum. yazarın kendi hayat hikayesini anlatıyor kitap. 4000 sayfalık bir serinin ilk cildi. bir insan 4000 sayfa kendi hakkında nasıl yazar, aklım almıyor.

ama yazıyor.

zaten ilk birkaç sayfayı okuduğumda hayal kırıklığına uğramayacağımı anladım. ölümden bahsediyordu ve bir de babasıyla ilgili bir çocukluk anısından. her ikisini de olanca yalınlığıyla anlatabilmesi şaşırttı beni ve açıkçası bu şaşkınlık kitap boyunca hiç geçmedi. duygularına açık olmak bir marifetse, knausgaard bu konuda çok başarılı bence - ki, görece daha yüzeyde değerlendirebileceğimiz üzüntü, öfke gibi duygulardan bahsetmiyorum. bu kitabın genel olarak aktardığı duygu ne diye sorarsanız, utanç derim. çocukluk, ergenlik ve yetişkinlik döneminde ve genel olarak babasıyla, ama aslında hayatla ilişkisi ekseninde, kendinden uzaklaşmak istediği bütün yaşantıları kendine bu kadar yakınlaşarak nasıl anlattığını gerçekten anlayamadım. kitabı elime her aldığımda, neden bunları anlattığıyla ilgili olarak da çok düşündüm. bazı eserlerin hayata geçirilmesinde bilinçdışı bir şekilde amaçlandığı gibi, anneyi, babayı, hayatı affetme üzerine değil de, tam olarak kendini affetme, kendine yönelik suçlamalardan arınma, kendinden iğrenmeden vazgeçme üzerine kurulu bir kitapmış gibi geldi. serinin çok başında olduğumuz için, böyle bir yazımın ne gibi sonuçlarının olduğunu şimdiden tahmin etmek mümkün değil; ama heyecanla bekliyorum diyebilirim.

kurgunun, dilinin - ve tabi ki çeviri dilinin ve türkçe basımının - ne kadar özenli olduğunu bininci kez bir de ben tekrarlamayacağım. tek söyleyebileceğim, bu kadar "kişisel"leştirilmiş bir kitabın herkes tarafından paylaşılan birtakım duyguları bu kadar iyi yansıtması, o kişiselliğin özüne ne kadar iyi bir şekilde temas edebildiğini gösteriyor. sırf bu nedenle "en sevdiklerim"in arasına girdi ve sırf bu nedenle, en azından kendini anlamaya çalışan herkesin okuması gereken bir kitap bence. sonuçta, başkasının hayatını okurken, kendi hayatını sorgulamak inanılmaz değerli geliyor her zaman.

(bkz: insan neden klinik psikolog olur?)

bütün bunlar, kavgam'ın, hayatta ne gibi duygular yaşadığımızla ilgili yoğun bir şekilde ilgili olan bana hissettirdikleri ve düşündürdükleriydi. eminim her okuyan bambaşka izlenimlerle bitirecek kitabı. yine de genel olarak, hepimizin çok çok eğlendiği, çok çok üzüldüğü, çok çok utandığı, öfkelendiği, kaygılandığı, merak edip bahsi geçen şarkıları, yazarları, ressamları araştırdığı birçok farklı bölüm bulabileceğini düşünüyorum. kısacası, şimdiden bütün ciltlerine sahip olduğum, arada bütün kitapları geri dönüp dönüp okuduğum günlerin hayalini kuruyorum. umarım çok geç olmaz.

15.6.15

paradoks

şu an çok sağlıklı düşünemiyorum. dolayısıyla kendimle ilgili birazdan paylaşacağım gözlemler çok yerinde olmayabilir, gerçeği yansıtmayabilir. bilemiyorum, belki de tam olarak gerçeği yansıtıyordur ama ben kafanızda bir soru işareti bırakmak adına böyle söylüyorumdur. eğer öyleyse, son açıklamayı da yaparak kendimi açık etmiş ve aslında söyleyeceklerimin gerçeği yansıttığını göstermiş olabilirim. demek ki, söyleyeceklerimin gerçek olduğunu düşünmenize ihtiyacım var, ama yazıya başlangıç şeklime bakarsak, bir tarafım bundan çekiniyor ve bu nedenle söyleyeceklerimin gerçeği yansıtmadığını düşünmenizi sağlamaya çalışıyor olmalı. bir durup gözden geçirecek olursak, bu noktaya gelene kadar yazdığım her kelime, gerçeği yansıtmama-yansıtma doğrusunda, ilk cümleyle hafiften sola çekilen her bilgiyi sağ tarafın en ucuna doğru iten kelimeler oldu.

biraz önce durduğumuz noktaya geri dönelim o zaman. çekindiğimden bahsetmişim. çekindiğim için, aslında istediğim şeyin tam tersi şekilde bir ilk adım atmışım belli ki. sonrasında da bir gel-git yaşamışım: bu adımı gerçekten böyle istediğim için mi attım, yoksa böyle olması gerektiğini düşündüğüm için mi? tam olarak bu ikilemi yaşadığımı söylemem, ne istediğimi ortaya çıkaran şey olmuş. ne istediğimin ortaya çıkacağı düşüncesi de, ortaya çıkması da endişelendirmiş beni. tam olarak bu noktada kalmışım çünkü bu noktadan devam edebilmek için, bir karşılığa ihtiyaç duymuşum. bilememişim çünkü, nasıl başlarsam başlayayım söylediklerimin gerçeği yansıttığına ikna etmek için ne kadar daha dil dökmem gerektiğini. bir "tamam tamam, inandık" dense mesela; ya da "bu kadar inandırmaya çalışman gerçekçiliğini iyice azalttı" dense... o rahatlatırmış beni sanki. ben koyamıyormuşum çünkü o sınırı.

evet. sondan hemen önce, çok yerinde olmayabilecek, gerçeği yansıtmayabilecek "kendimle ilgili birazdan paylaşacağım gözlemler"in, hemen bir sonraki cümleden başlayıp bu yana kadar gelmiş olabileceği sorgulamasıyla baş başa bırakıyorum sizi. ben devam ettirirdim ama, gerçekten şu an çok sağlıklı düşünemiyorum.