Pages

19.7.15

dream is destiny

üzerinde ne kadar düşünürsem düşüneyim anlayamayacağım, bu nedenle de başkasının anlamasına yardımcı olamayacağım bir şey varsa, o da nasıl olup da minicik bir umut görerek, hatta bazen hiç görmeyerek, hayal kırıklığıyla sonuçlanacağını bildiğimiz ihtimaller peşinde koştuğumuzdur.

ama bu çok sıkıcı bir giriş oldu, çünkü bu cümle gerçeği bir gram bile yansıtmıyor. dışardan bakınca hiç olmadığı -ya da en iyi ihtimalle küçücük olduğu- gözüken o umut, yukarıda tanımladığım türden bir durum içindeyken, hiç de minik gelmiyor aslında. hayatın her anını "neden olmasın ki?" düşünceleri ve "lütfen olsun" dilekleri kaplıyor. hayaller birbirini kovalıyor. bir şeyler, istenen yönde değiştiğinde hayatın ne kadar farklı olacağı kestirilmeye çalışılıyor. bunların gerçekleşmeyebileceğine yönelik -bir kısmını kendi kendimize söylediğimiz- sözler kulak arkası ediliyor, olmadı önemsizleştiriliyor, hiç olmadı tamamen bastırılıyor. kısacası, kurulması istenen dünyaya aykırı ne varsa, hepsi ortadan kaldırılıyor. 

oysa o kadar hassas bir dünya ki o, her an çıtırdıyor, kırılıyor, en ufak temasta yıkılacak gibi oluyor. bunun için, her an bir yerlerini onarmak, tekrar tekrar sağlamlaştırmak, nerenin çatladığını, nerenin yıkılmak üzere olduğunu sürekli gözlemlemek gerekiyor. bir süre sonra gelen darbeler de sertleşiyor. "gerçek" -ya da her ne boksa, evet çok sinirliyim- dışarıdan bastırıyor. bu cümleyi yazdığım şu saniyeye kadar olan hayatımın her anında, kendimi bildim bileli, böyle bir dünyayı koruyabilmek için çaba harcadım. geriye dönüp baktığımda hiçbir şeyin kendi kurduğum gibi olmadığını, kendimle ilişkimde, başkalarıyla ilişkimde, "hayat, evren ve her şey"le ilişkimde, gerçeğe hiç yaklaşamadığımı gördüm. bu cümleyi yazdığım şu saniyeden itibaren de bunun benzer bir şekilde devam edeceğini de biliyorum. 

tekrar sıkıcılaşmamak için uğraşıyorum - içimden bu zamana kadar konuyla ilgili okuduğum kitaplar, makaleler fışkırıyor. 

devam edecek olursam... çünkü kayıplardan nefret ediyorum. sanki kendimi olduğum haliyle hiçbir yere konumlandıramıyor, kimseye ait hissetmiyorum ve ancak o an hayalini kurduğum bir başka şeyin, kişinin, konumun varlığında tanımlayabiliyorum. onlar yoksa, ben de yokum. bu kadar basit. dolayısıyla ben aslında -belli ki- var olmaya çalışıyorum, o kırılgan dünyaya bu yüzden ihtiyaç duyuyorum. o kırılgan dünyayı sarsan cümlelerden bu yüzden bu kadar kaçıyorum, bunları söyleyenlere, bu yüzden bu kadar kızıyorum. 

böyle bakınca, kendime olan öfkem azalıyor. bu yüzden, bazı şeylere dışarıdan değil, içeriden bakmak gerekiyor. işte bu, gerçeğe birazcık daha yakın hissettiriyor. birazcık daha, çünkü burada duygu yok, çünkü bunları herkes okuyacak, daha da önemlisi, çünkü ben okuyacağım. gerçeğe en yakın olduğum an, bütün o duyguların varlığında içeriden bakabildiğim an olacak ve ben şu andan itibaren yine umutla, o anı bekliyor olacağım.