mum yakın. mümkünse kokulu olsun.
benim odam buram buram tarçın kokuyor mesela şu an. kardeşimin odası çim, bildiğiniz çim. sessizliği, karanlığı, hiçbir şey yapmadan sadece oturup düşünmeyi seviyorsanız tam size göre.
bir de kar yağsa tam olacak.
o zaman size bir
masal anlatayım.
yaşlı bir nine varmış, saçları bembayaz, elleri pamuk gibi, yumuşacıkmış. gözlerinin rengini sorsak, bazen mavi bazen gri dermiş ve aslında yalan söylemezmiş. nine en çok sabahları pencereden erken kalkıp işe giden insanların koşuşturmasını seyretmeyi, o esnada demli çayını içmeyi ve geçmişi düşünmeyi severmiş. çok acılar çekmiş, defalarca vazgeçecek noktaya gelmiş, defalarca hiçbir şey düzelmeyecek gibi hissetmiş. her defasında biri çıkagelmiş yanına, vazgeçmeye değmeyeceğini söylemiş, ninenin güçlü olduğunu ifade etmiş. nine o zorlu günlerde bu sözlere hep gülüp geçmiş. o denli acı çekecek kadar güçsüz olan bir insanın nasıl aynı acıyı atlatacak kadar güçlü olabileceğini anlamamış. içinde bulunduğu zor durumlar için hep kendini suçlamış. nasıl olmuş da insanların acımasız olabileceğini düşünememiş mesela, nasıl olmuş da kendini koruyamamış, nasıl olmuş da herkese inanmış... sonrasında ise nasıl olmuş da herkesten uzaklaşmış; kendini bu kadar zayıf bırakmış. aslında her şeyin bir açıklaması varmış, seneler sonra anlamış. olduğu yerden bir adım yana kaydığında bile, her şeyin nasıl farklı göründüğünü fark etmiş. hiçbir şeyin her taraftan aynı gözükemeyeceğini, dolayısıyla hiçbir şeyin tek algılanamayacağını öğrenmiş. sonuç gibi gözüken şeylerin aynı zamanda neden olabileceğini, zamanın doğrusal olmaktan çok, döngüsel olduğunu görmüş. işte tam o zaman aklına yatmış bir taraftan baktığında güçsüz gördüğü kendisinin başka bir taraftan baktığında güçlü olabileceği ve kendisini acıya boğan güçsüzlüğünün, aynı zamanda güçlülüğünün nedeni olabileceği. hiçbir şeyin tek bir kelimeyle açıklanamayacağını kabullenmiş; o yüzden saçlarıyla birlikte rengi açılan gözlerinin de bazen mavi bazen gri olmasını hiç garipsememiş.
(içses: bu benim lan !)