Pages

23.1.12

honesty may kill you



birkaç gün önce zenne'ye gittim ve filmi izleyince, bazı hayatlara ne kadar uzak olduğumuzu fark ettim. üzüldüm, hem de çok. kendi telaşımda, tanıma şansını yakalayamadığım o kadar insan var ki... şu an kendime bile kızıyorum, eve kapanmış halde bu satırları yazıyor okduğum için. eğer filmler hayat değiştirebiliyorsa gerçekten, benim hayatımı bu film değiştirebilir belki de. biraz daha düşünmeli. ama fazla düşünmeden de harekete geçmeli.

yalnızca bi film olmasını isterdim aslında o hikayenin. yalnızca film olduğunu düşünerek, kendi hayatımı sorgulamasaydım da olurdu.

olmadı tabi.

insan olanın içinin kaldıramayacağı bi durum var ortada. dün, aynı konunun işlendiği [ama bence kötü bağlandığı] behzat ç.'de, behzat'ın son sahnedeki tepkisini vermek istiyorum bugünlerde, duyduğum her şeye karşı. insanların acımasızlığı, anlayışsızlığı, bencilliği çok fena midemi bulandırıyor çünkü. her davranışı bi şekilde açıklarım belki, ama bunları açıklayamıyorum.

bilirsiniz, ben umutluyumdur genelde, her şey hakkında. ama bugünlerde gelecekten korkuyorum. yazının bu noktalara gelmesini de planlamamıştım aslında, öfkeliymişim, haberim yokmuş. ama öfke iyidir iyi. harekete geçirir.

neyse. diyeceğim o ki, gitmemiş olan varsa, ben bi daha izlemeye gidebilirim. 

21.1.12

doğum lekesi

'o öykünün bana ne yaptığını asla bilemezsin. durmadan okudum onu, durmadan üzerinde düşündüm ve yavaş yavaş kendimi olduğum gibi görmeye başladım. başkaları insanlıklarını içlerinde taşıyorlardı, ama ben yüzümde taşıyordum. başkalarıyla aramdaki fark buydu işte. kim olduğumu saklamama izin yoktu. insanlar bana baktıklarında ruhumun içini görüyorlardı. fena değildi görünümüm, bunu biliyordum, ama beni hep yüzümdeki o mor lekeyle anacaklarını da biliyordum. ondan kurtulmaya çalışmamın anlamı yoktu. hayatımın temel gerçeğiydi o leke ve onun yok olmasını dilemek kendimi yok etmek istemekle aynı şeydi. ben asla herkesinki gibi bir mutluluk yaşayamayacaktım, ama o öyküyü okuduktan sonra, sahip olduğum şeyin de aynı derecede iyi olduğunu düşündüm. insanların ne düşündüğünü biliyordum. yapmam gereken tek şey onlara bakmak, yüzümün sol yanını gördüklerinde gösterdikleri tepkiyi incelemekti, böyle yaparak onlara güvenip güvenemeyeceğimi anlayabiliyordum. doğum lekem, onların insanlığını sınayan bir şeydi. onların ruhlarının değerini ölçüyordu, çok çalışırsam onların içlerini görebilir ve kim olduklarını anlayabilirdim.'

yanılsamalar kitabı'ndan.

16.1.12

pollyanna mode: on

bugün fark ettim. hayatımda yalnızca bi tane derdim olduğunda çok üzülüyorum. düşünecek başka bi şeyim olmadığından herhalde. bi iki dert eklenince rahatlıyorum ama. biriyle uğraşırken, diğerini unutuyorum. ötekini çözmek için çabalarken, diğeri kendiliğinden çözülüyor; ben iyice mutlu oluyorum falan.

ne güzel lan. iyki bissürü derdim var şu an :p

10.1.12

`kalbim senin bu gece..`



her zaman için kar, en sevdiğimdir. bugün oturup kızımın ismine 'kar' koyamayacak olmama üzüldüm resmen. çünkü ben çocuğum olursa, ismini kesinlikle doğayla ilgili bi şey koymalıyım. ama en sevdiğim şey, bi isme koymak için, fazla... garip geliyor kulağa. 

en azından 'yıldız' öyle değil :)

ama şunun güzelliğine bi bakın. hayır, hayır. iyice bakın şuna ya! 

9.1.12

"i wanna go to heaven. never been there before"

ve aşık olduğunu kabul etmek, canının yanabileceğini, incinebileceğini de kabul etmek demek. ve tabi ki çoktan acı çekmiş biri için bunları aynı anda kabullenmek biraz zor. oysa insanın yalnızlığa tahammül edebilmesi mükemmel bi şey. aşık olunca, hep anlatılır ya, şapşallaşınca, saflaşınca, insan o yeteneğini de kaybediyor galiba. 

şöyle..

hayatımın büyük kısmında hiç bulunmamış olan birinin eksikliğini hissetmeye başladığımda, o kişinin, aslında bende eksik olduğunu bilmediğim bi parçamı doldurduğunu anlıyorum. aşk dediğimiz de, bu olabilir belki. bu akşam, bilmediğim bi sürü şarkı arka arkaya çalarken, yaptığım bi aşk tanımından ilk defa memnun kalmışken... 

insanın kendinde eksik olduğunu bilmediği bi parçasının varlığını fark etmesinin neresi güzel, allah aşkına?!

7.1.12

tarot

anlatmak rahatlatır. evet. o yüzden yazıyorum senelerdir.

kendi içimde boğulacak gibi olduğum zamanlar, hep, sorunlarımı küçümsediğim, yok saydığım, görmezden geldiğim zamanlara denk gelir. yalnızca herkesin hassas noktasının farklı olduğunu kabul ettiğimizde, insancıl olduğumuzu söyleyebiliriz aslında. ve o kadar kaybolmuş hissediyorum ki, yolumu tarot fallarıyla bulmaya çalışıyorum. hoş, onun da bana söylediği, yapmak istediğin şeyin peşinden git, kendi iç sesini bul falan. 

oysa osho, herkesin çok fazla konuştuğu, çok fazla şey yaptığı bi dünyada, kendini dinlemenin, istediğini yapmanın, hatta ne istediğini bilmenin çok zor olduğunu bilmiyor belli ki. uzaktan bakınca, hafiften kopuk duruyor cümlelerim. oysa hepsi tam olarak aynı şeyi, farklı şekillerde anlatıyor. çünkü ne zamandır aynı şeyler dönüp duruyor kafamda. 

kenarında iki tane saksı olan bir pencereden, istanbul boğazı'nı izleyen bir kedi olmak istiyorum. bir sonraki hayatımda.