pazartesiden önce gelen pazar nasıl sevilmez ki?
yeni şarkılar keşfettiğin, zaman zaman kendine dönüp acı çektiğin, istediğinde yatağına girebildiğin, sıcacık evinden hiç çıkmadığın bir pazar. sabah uykunu almış bir şekilde uyandığın, biraz yatak keyfi yaptığın, yatmaktan sıkıldığın için yataktan çıktığın; ve mutlulukla bir ilgisi olan kahvaltının, acelesiz, telaşsız ve huzurlu bir şekilde yapıldığı bir pazar. uzun uzun anlatabilirim ama bence gayet açık nasıl sakin bir günden bahsettiğim. o yüzden sırf pazartesiden önce geldiği için pazarı sevmemenizi biraz şımarık buluyorum. hatta hadsizlik bile diyebilirim. yine kurunun yanında yaşı da yakıyorsunuz bence.
yarın zor bir günün beni bekliyor olmasının, bugünü de kendi kendime zorlaştırmamın, pazarla hiçbir alakası yok. tabii, bir güne gösterdiğim bu koruyuculuğu ve kabulleniciliği biraz kendime göstersem her şey daha güzel olacak, ona da hiç şüphe yok aslında. asıl sinirimi bozan şey, neye ihtiyacım olduğunu bilip o ihtiyacı kendime verememek sanırım. o ihtiyaca sahip olmak bile bir sorun sanki. kurduğum hayaller de hep zaten böyle bir ihtiyacımın olmadığı, yalnız olduğum, dışarda olduğum, uzaklarda olduğum bir zamanla ilgili.
sonra eğlencelik izlediğin filmin durup dururken sana birtakım yüzleştirmeler yapması...
"hope is the only thing stronger than fear"
biraz açık oldun mu insana her şey yüzleştirme zaten.
bugünün keşfi: sufjan stevens. güzel oldu. güzel.
24.11.13
16.11.13
ayna
ben hiç kendime bakmamışım ki... ondan bu kadar şaşkınlığım, yeni keşfettiklerimle hayata ayak uyduramamam. bir bebek düşünün mesela ve o bebeğin, çevresindeki her şeye anlam vermek için nasıl çaba harcadığını. genelde bebeğin bu keşiflerden büyük heyecan duyduğunu düşünürüz. oysa kaçırdığımız bir nokta var bence: o bebek, bütün bu heyecanlı keşif içerisinde, hayatın ve kendisinin sınırlılıklarla dolu olduğunu da öğrenmektedir - ve takdir edersiniz ki, bu yıpratıcı bir öğretidir.
büyümek için yıpranmak gerekiyorsa, ki gerekiyor, yıpranmaya hazırım. hayatta perilerin ve sihirli değneklerin olmadığı gerçeğini yeni öğrendim mesela. kendimi «her şeyi yapabilir» hissederken, yapamayacağımı da yeni öğrendim. bu zamana kadar «her şeyi» yapamıyorsam, bunun «hiçbir şey» yapamadığım anlamına geldiğine inanmıştım. bunun doğru olmadığını da yeni öğrendim. yıpratıcı durumları, sadece kendimi yıpratmak için kullanmamayı da öğrenmişim demek ki - bunu şimdi fark ettim :)
bir yanım hala sihirli ve büyülü bir dünyanın varlığına inanıyor olsa da, varolmayan ülke'dense, harikalar diyarı'nı tercih ettim her zaman. nedenini şimdi anlıyorum ve bu psikolog olma nedenimle aynı aslında. bir şeylerin ters gittiğini, bir şekilde mutlu olamadığımı, kendimi kendime bile anlatamadığımı, hep saklanarak yaşamaya çalışıp bir türlü başaramadığımı ve kendimle barışamadığımı biliyor; ama gerçeklikten tamamen uzaklaşmayı da istemiyormuşum. geri dönüşü olmayan varolmayan ülke'de kalmaktansa, çok bunaldığımda kaçabileceğim bir harikalar diyarı'nı istiyormuşum.
ve böyle diyerek kendimle çelişiyormuşum (bkz: wonderland vs. neverland) :)
yine de şaşkınlığı üzerimden atıp gerçeği acısıyla kabul edebilmek, belki de bu süreçte yalnız olmadığımı, başka bebeklerin de var olduğunu ve onların da kendilerini yalnız hissetmiş olabileceğini fark etmemle başlıyor. başta hiç kabul etmiyorum, ama biri beni anlıyor, yanımda oluyor ve bunu o kadar doğal yapıyor ki, hiç korkutmuyor. o da benzer yaşantıların içinde, bu zamana kadar kendini bambaşka tanımış olduğunu anlıyor. bu zamana kadar hep çarpık gösteren aynalara, üstelik saçmasapan bir ortamda, saçmasapan bir ışıklandırmanın altında bakmış olduğumuzu görüyor ve kendimizi nasıl daha güzel göreceğimizi birbirimizden öğreniyoruz.
aynı zamanda biliyoruz ki, öğrenme konusunda çok iyiyiz :)
yaşasın bağzı «en iyi arkadaş»lıklar !