fark ettim de, felsefe hocaları yönünden baya şanslıyım, hepsi bi garipti! :) gerçi benim şansımdan mı, yoksa onların genel özelliği mi bu gariplik, bilemiyorum.
ilk önce lisede vardı bi şehriban hoca, damla'yla çukulata tanrımız! böyle uzun ve kızıl saçlı, çilli bir kadındı. tabi bu durumda niye tanrıça demediğimiz ayrı bi muamma :) süper bi tanrıça kıyafeti çizmiştim ben kendisine, böyle omzu düşük falan. sahip olduğum çizim yeteneğine oranla baya güzel bi şeydi. damla da bi şiir yazmıştı ona. sonra ikisini de hocaya vermiştik, bi de onu her gördüğümüzde çikolata yiyeceğimizi söylemiştik, ama yemedik. küçücük okul, her seferinde çikolata mı yenir :) eh, lisemle ilgili en çok özlediğim insanlardan biri oldu tabi ki.
bi de dersanedeki hocam vardı, bi gün sınıfta bağıra bağıra "sen yanmazsan, ben yanmazsam, o yanmazsa, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?!" diye şiir okumuştu. bi de cumartesi günleri ilk saat olan derslerine kimse gelmiyor diye üzülürdü, türkçe dersi olsaymış gelirmişiz. ben de bi kere dayanamayıp aşağılık kompleksi olduğunu söylemiştim. sınıftan çıkıp gitmişti :) o zaman öyle demek istemediğimi söyleyerek özür dilemiştim. şimdi psikolog adayı olarak, başka bir şey düşünüyorum. eh, her zaman şüpheci olmalıyız di mi? ama severim kadir hocayı, pilli bebek videosu koymuş hatta feysbuk'a, vay be! :)
sonra üniversiteye geldim işte. 'introduction to philosophy' dersinin ilk günü: koskoca amfide, barış isminde bir hoca beklerken gelen kadını asistan sanıp onun, hocanın ta kendisi olduğunu anlamamla yaşadığım şokun daha büyüklerini dönem içinde yaşatacağını bilemezdim tabi. anoreksik olduğunu ve uyuşturucu kullandığını düşündüğümüz, fizik amfilerine sık sık giren kedilerle ingilizce konuştuğu rivayet edilen, tebeşiri tahtanın üstünden almak için eşyalarınızı koymaya bile korkacağınız kadar dengesiz duran kürsünün tepesine çıkan, birdenbire kimsenin anlamadığı espriler yapıp gülmeye başlayan ve hiçbi şey olmamış gibi derse devam eden bi hoca. kesinlikle, aralarında en delisi :) sınıf ortalamasının 80e yaklaştığı o dönem curve yapmasa çok daha fazla sevebilirdim eminim, yine de her gördüğümde gülümsemeden duramıyorum.
ve sonra bir yaz okulu, ders 'philosophy of love' ve hocası, mühendislik diplomasını babasına verdikten sonra kendi yolunda gitmeye karar verip felsefeye geçen, bundan yıllar sonra da felsefe bölüm başkanı seçilen ahmet inam. yaz sıcağında, "philosophy of sun, philosophy of beach, philosophy of love" mottosuyla derse başladığımızda, bizi ters köşeye yatırıp haftada iki sabah "günaydın" bile demeden derse geçen ve dörder saat boyunca ilahi aşkı ilahi bir aşkla anlatan, yoklamalarda bir türlü "burdayım" dediğimi duymayan ve arkadaşlarımın sürekli "hocam, beisa burdaa!" diye heyecanlanmasına yol açan, süper mario'ya benzettiğimiz, gerçekten süper bi adamdı işte.
ve son olarak, daha yolun çok başında olan onur! tanıştığımız gün, yanımda gothic şekilde yazı yazma denemeleri yapar ve çok başarılı olurken, bir gün öğrencisi olacağımı hiç düşünmemiştim aslında. onur diye tanıyınca, onur diye kaldı işte, öğrencisiyken bile "hocam" diyemiyorum şimdi. ben dersinden erken çıkarken el falan sallıyor, dönem boyunca son derslere giremeyeceğimi söylediğimde "keyfine bak" diyor. en güzeliyse, bu rahatlığı ~bizim için "onur" olduğu için~ sadece bize değil, bütün öğrencilerine sergilemesi. böyle olunca insanın onur'un dersini alası, boş olan cuma gününü doldurası geliyor ister istemez. 'applied ethics' dersinden, ahlaksız olup çıkacakmışız gibi duruyor ilk dersten edindiğim izlenimlerle, hadi bakalım!
feysbuk'ta paylaşılan bi pilli bebek videosu, tüm bunları aklıma getirdi birdenbire, yapacak bi şeyim de yok, yazayım dedim, unutunca üzülüyorum sonra. hem felsefe hocalarını gerçekten sevdiğimi fark ettim. biraz daha yazarsam felsefe bölümüne geçmek bile isteyebilirim, aman diyim..
ama hepsini okuduysan, sana helal olsun, ben bile gönderdikten sonra bi daha okur muyum bilmem :)
0 yıldız:
Yorum Gönder