Pages

24.10.09

yeteeeeer!



aynen böyle, hep kızlar, erkeklerin kalbini yiyip gidiyorlar. bir değil, iki değil..
sonra gülmeye devam ediyor hepsi bi de.. evil ya hepsi!
arkalarından da ben topluyorum kırıklarını..ahh! psikolog olmak zor iş :)
ama erkekleri anlıyorum artık, en azından çoğunlukla tutan bi teorim var sonunda!
merak edenlerle paylaşırım, ulu orta yazacağımı sanmıodunuz di mi :p

p.s : kubix de çok slow çaldı bugün, ferhat göçer falan dinliyorum :| bayılcam..

21.10.09

karalama - I

şu izlediğim dizilerde, filmlerde, en kıskandığım şey, insanların yaşadıklarını siyah-beyaz da olsa, bütün ayrıntılarıyla hatırlamaları.. her sözü, her mimiği, her olayı olduğu gibi hatırlıyorlar, sonra günümüze dönüp sevinmeye, üzülmeye ya da her ne yapıyorlarsa onu yapmaya devam ediyorlar.. tamam, bize hatırlatmak için öyle yapıyorlar ama, yok ki öyle bi şey.. balık hafızalı biri için, hatırlama diye bi şey bile yok hatta :)) ama bir gün bi şeyler çekersem, yarım yamalak hatırlayacak herkes her şeyi, benim gibi!

bi de msn'de hareketli avatar kullanılabiliyormuş artık! biliyordum böyle olacağını.. sırada kendi smiley'lerimizi nicklerimizde, iletilerimizde kullanabilmemiz var, buraya yazıyorum. çok manidar oldu bu, evet :p

bu kadar :)

pöf

bir sunumu daha geride bıraktık, rezil olduk mu olmadık mı anlamadım, ama bu tahtanın önüne çıkma işlerinden hiç hoşlanmıyorum! :) ve freud, beni hayal kırıklığına uğratıyorsun, seni severim ama, bu kadar yazılmaz ki! sexist kısmını zaten geçtim de, son of a bitch olduğunu düşünmeye başlicam yakında..

ars longa dinliyorum, bu kalp seni unutur mu? izliyorum. salı günlerini bu yüzden seviyorum :)

çarşambayı sevmiyorum ama! hiç sevmedim de zaten.
ve bugün çarşamba.. haftaya salıya daha çok var..

p.s : dreams are the guardians of our sleep..
çok şeker diil mi? :)

15.10.09

somewhere



buna bakarken, bunu dinleyin, evet!


12.10.09

dünden bugüne felsefe hocalarım :)

fark ettim de, felsefe hocaları yönünden baya şanslıyım, hepsi bi garipti! :) gerçi benim şansımdan mı, yoksa onların genel özelliği mi bu gariplik, bilemiyorum.

ilk önce lisede vardı bi şehriban hoca, damla'yla çukulata tanrımız! böyle uzun ve kızıl saçlı, çilli bir kadındı. tabi bu durumda niye tanrıça demediğimiz ayrı bi muamma :) süper bi tanrıça kıyafeti çizmiştim ben kendisine, böyle omzu düşük falan. sahip olduğum çizim yeteneğine oranla baya güzel bi şeydi. damla da bi şiir yazmıştı ona. sonra ikisini de hocaya vermiştik, bi de onu her gördüğümüzde çikolata yiyeceğimizi söylemiştik, ama yemedik. küçücük okul, her seferinde çikolata mı yenir :) eh, lisemle ilgili en çok özlediğim insanlardan biri oldu tabi ki.

bi de dersanedeki hocam vardı, bi gün sınıfta bağıra bağıra "sen yanmazsan, ben yanmazsam, o yanmazsa, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?!" diye şiir okumuştu. bi de cumartesi günleri ilk saat olan derslerine kimse gelmiyor diye üzülürdü, türkçe dersi olsaymış gelirmişiz. ben de bi kere dayanamayıp aşağılık kompleksi olduğunu söylemiştim. sınıftan çıkıp gitmişti :) o zaman öyle demek istemediğimi söyleyerek özür dilemiştim. şimdi psikolog adayı olarak, başka bir şey düşünüyorum. eh, her zaman şüpheci olmalıyız di mi? ama severim kadir hocayı, pilli bebek videosu koymuş hatta feysbuk'a, vay be! :)

sonra üniversiteye geldim işte. 'introduction to philosophy' dersinin ilk günü: koskoca amfide, barış isminde bir hoca beklerken gelen kadını asistan sanıp onun, hocanın ta kendisi olduğunu anlamamla yaşadığım şokun daha büyüklerini dönem içinde yaşatacağını bilemezdim tabi. anoreksik olduğunu ve uyuşturucu kullandığını düşündüğümüz, fizik amfilerine sık sık giren kedilerle ingilizce konuştuğu rivayet edilen, tebeşiri tahtanın üstünden almak için eşyalarınızı koymaya bile korkacağınız kadar dengesiz duran kürsünün tepesine çıkan, birdenbire kimsenin anlamadığı espriler yapıp gülmeye başlayan ve hiçbi şey olmamış gibi derse devam eden bi hoca. kesinlikle, aralarında en delisi :) sınıf ortalamasının 80e yaklaştığı o dönem curve yapmasa çok daha fazla sevebilirdim eminim, yine de her gördüğümde gülümsemeden duramıyorum.

ve sonra bir yaz okulu, ders 'philosophy of love' ve hocası, mühendislik diplomasını babasına verdikten sonra kendi yolunda gitmeye karar verip felsefeye geçen, bundan yıllar sonra da felsefe bölüm başkanı seçilen ahmet inam. yaz sıcağında, "philosophy of sun, philosophy of beach, philosophy of love" mottosuyla derse başladığımızda, bizi ters köşeye yatırıp haftada iki sabah "günaydın" bile demeden derse geçen ve dörder saat boyunca ilahi aşkı ilahi bir aşkla anlatan, yoklamalarda bir türlü "burdayım" dediğimi duymayan ve arkadaşlarımın sürekli "hocam, beisa burdaa!" diye heyecanlanmasına yol açan, süper mario'ya benzettiğimiz, gerçekten süper bi adamdı işte.

ve son olarak, daha yolun çok başında olan onur! tanıştığımız gün, yanımda gothic şekilde yazı yazma denemeleri yapar ve çok başarılı olurken, bir gün öğrencisi olacağımı hiç düşünmemiştim aslında. onur diye tanıyınca, onur diye kaldı işte, öğrencisiyken bile "hocam" diyemiyorum şimdi. ben dersinden erken çıkarken el falan sallıyor, dönem boyunca son derslere giremeyeceğimi söylediğimde "keyfine bak" diyor. en güzeliyse, bu rahatlığı ~bizim için "onur" olduğu için~ sadece bize değil, bütün öğrencilerine sergilemesi. böyle olunca insanın onur'un dersini alası, boş olan cuma gününü doldurası geliyor ister istemez. 'applied ethics' dersinden, ahlaksız olup çıkacakmışız gibi duruyor ilk dersten edindiğim izlenimlerle, hadi bakalım!

feysbuk'ta paylaşılan bi pilli bebek videosu, tüm bunları aklıma getirdi birdenbire, yapacak bi şeyim de yok, yazayım dedim, unutunca üzülüyorum sonra. hem felsefe hocalarını gerçekten sevdiğimi fark ettim. biraz daha yazarsam felsefe bölümüne geçmek bile isteyebilirim, aman diyim..

ama hepsini okuduysan, sana helal olsun, ben bile gönderdikten sonra bi daha okur muyum bilmem :)

6.10.09

ben bu yazıyı sana yazdım

"sevmekten ölen bir balıktım sadece, bilmediğim bir şehrin bilmediğim sularında yüzen. her vapur sesinden irkilen, her martıyı uzun uzun takip eden küçük bir kızdım bu şehirde. kalabalığına, sıcağına, yollarına alışkın olmayan, ama bir süre boyunca bunlarla da yaşayabileceğini düşünen bir yabancıydım. tek bir tanıdığım vardı, o da gitti.

irili ufaklı hayallerim vardı. gece yatmadan önce birini seçip yaşattığım karanlığımda. hayal kırıklıklarım da vardı, avutulduğumda hemencecik unutuverdiğim. hayal kurmuyorum artık yatarken, rahat uyuyabilmek için geceleri. büyük bir hayal kırıklığı kaldı elimde sadece içimi dolduran. her nefesimde göğsüme batan, her fırsatta kendini hatırlatan. yolumu kaybetmiş, denizde boğulmuş gibi hissediyorum biraz. bu noktaya neden geldiğimi biliyorum, nasıl döneceğimi bulamıyorum.

ayrı şehirlerde, birbirini seven, bir şekilde ortak bir hayat tutturmaya çalışan ayrı insanlardık eskiden. hiç olmadığımız kadar yakın olacakken, hiç olmadığımız kadar uzaklaştık birbirimizden. düşünsem de, senin hayatımda olmadığın bir anım gelmese de aklıma, günlerdir bütün anılarım sensiz. güçlüyüm, biliyorum. yine de son kez yazdığım için üzülüyorum.

'bir varmıştı, şimdi bir yokmuş'
sevdiğim masal artık bitmiş..."

istanbul, temmuz 2009

~~

yine bi yerlerden bulup çıkardım bu yazıyı ve beraberinde hissettiğim kırgınlığı..
bugün güzel bi gün değildi neyse ki, yakıştı bu tarihe de..

5.10.09

crying for nothing




i know sometimes it's gonna rain.. but baby, can we make up now? (:

2.10.09

dikkat et!

tam burada, ne dilediğime dikkat etmeden, artık değişik insanlarla tanışmak istediğimi söylerken, tanışacağım kişinin bu kadar farklı olmasını beklememiştim. sabahın bi vaktindeki, yalnızca ikinci konuşmamıza "günaydııııın! uyandırma servisi!" şeklinde bir giriş yapacağı ise aklıma bile gelmemişti. ve hatta bu değişik insanın, 2 saatlik bi çalışmadan sonra, beni bipolar olmaktan korkutacak kadar yuforikleştiren biri olacağını da hiç düşünmemiştim. 

ayrıca, 2 yıllık feysbuk kullanıcısına, ilk defa profil fotoğrafı hırsızlığı yaptırması da cabası. sözünü ettiğim fotoğrafsa tam olarak, soldaki resim tabi. bu kadar şirin bi insan nasıl olabilir ya? :)

ama o ilk anın etkisi geçtikten sonra, böyle acıyor olmasaydı içim.. daha güzel olurdu, di mi?

I was in Wonderland




"...Sonra mantardan aşağı inip çimlerin arasında sürünerek uzaklaşırken belli belirsiz bir biçimde, 'Bir tarafı seni uzatır, diğer tarafı kısaltır,' dedi. 
'Neyin bir tarafı? Neyin diğer tarafı?' diye düşündü Alice." *


mantarın işte alice! dışı seni içi beni yakar gibi bi şey, resmen. beni de bi üzüp bi mutlu etmiyor muydu? dengelenmek için, küçük küçük sevinmek, ardından küçük küçük üzülmek zorunda kalmıyor muydum, sana da olduğu gibi. ben dedim işte, bütün mantarlar aynı! hepsinden uzak durmalı. hepsi zehirli. gerçi balığın yanında iyi gidiyor, annemin yaptığı gibi.. ben de balık'ım ama, biz iyi gidemedik işte..