diyordum ki, zaten hiç umudum yok ve nasıl olsa bitecek. hatta buna şimdiden alıştım bile, bitmesi hayatıma çok da fazla etki etmeyecek. dramatize etmeye de gerek yok ama, tahmin edebileceğiniz gibi biterken, hiçbir şey beklediğim gibi olmadı. işin tuhafı, farklı hissedişim ve farklı davranışım çok hoşuma gitti. duygularımın ve davranışlarımın tüm ipleri elimdeyken ve ben onlara sımsıkı yapışmışken (ve bu nedenle başka hiçbir şeye tutunamazken) yapmayacağım şeyleri yaptım. yalnızca kendimin güldüğü bir iki espiri mesela. bitmemesine ve hatta daha fazla görüşmeye yönelik birtakım talepler. ilk defa (ya da ikinci?) dosdoğru ifade edilen öfke. ah o öfke. öfke ve kıskançlık. haset yani. tabi haset derken neyden bahsediyorum bilmiyorsunuz ama?
bir başkasıyla konuşmanın, aynı zamanda kendimle konuşmak olduğu bir uzam* - az çok böyle bir şey, evet. sanki benim bir şekilde tamamlamadığım/tamamlayamadığın şeyleri söyleyiveriyormuş gibi. zaten yazmak da böyle değil mi ve bu yüzden o (bir daha yaşanmayacağını sandığım) dokuz ay birden bire tekrar yazmaya başlamadım mı? ve hatta bu yazıyı da o yüzden yazmıyor muyum? bilmiyorum, siz ne dersiniz?
cevabını bilmediğim bir sorunun var olamayacağını düşününce, belli ki kendimi -ve sizi- kandırıyorum aslında. ben bunu da hep yapıyorum. bu konuya girmeden (ya da bir adım girdikten sonra koşarak uzaklaşıp) biraz kitap okuyalım en iyisi, üstteki alıntının geçtiği alttaki kitap yani. zaten bu sıralar öyle kitaplar okuyorum ki, bilinçdışı tercihlerim beni kendine hayran bırakıyor. zaten okumak da biraz kendimle konuşmak gibi.
galiba amaç kendinle konuşmak olunca, ne yapsan fark etmiyor. bu güzel. çok güzel.
*aşk üzerine bir diyalog - eve kosofsky sedgwick