evet. "açıklanamayan sebeplerden dolayı, dünyadaki her insan göğüslerinin ortasında büyük bir delikle dünyaya gelir". ama sorun bu değildir. sorun, insanın sadece kendisinin bir delikle dünyaya geldiğini sanmasıdır ya da başkalarındaki deliği görmesine rağmen, onu bir şekilde doldurduklarına inanmasıdır ve kendi deliğine baktıkça içinde kaybolmasıdır. o deliğin olduğundan büyük, olduğundan derin gözükmesidir. insanın hemen o deliği doldurması gerekiyormuş gibi hissetmesidir.
"anı yaşa"cıların, osho'cuların, adını bilmediğim birçok felsefenin, inancın dediğini yapmak o kadar zor ki... hayatı olduğu gibi kabul etmek, duyguların hepsine saygı göstermek, hepsinin ifadesine izin vermek, bu sırada karşımızdakileri de anlayabilmek, affedebilmek, sevebilmek. kendi eksikliğinle telâfi etmeden, kaçınmadan yaşayabilmek. kendinle barışabilmek. bir yandan mide bulandıracak kadar yapmacık geliyor bu kelimeler. fazla kullanılmaktan anlamlarını kaybetmiş gibi. hangi köşeyi dönsen aynı kelimelerle karşılaşacakmışsın, o nedenle artık hiç şaşırmayacakmışsın gibi. bu, tam olarak, her sabah uyandığımda gördüğüm "go confidently in the direction of your dreams; live the life you've imagined" kelimelerinin yan yana geldiklerinde hissettirdiği şey. yapacak işler, yetiştirilecek ödevler, çekiştirilecek insanlar, öfkelenecek durumlar varken kim uğraşır bunlarla? kim gitmiş hayallerinin peşinden, kim kabul etmiş eksikliğini? kim istediği hayatı yaşıyor?
bu sorular, bu inançsızlık, bu öfkeye bağlılık, tam da bir şeylerin düzelmesini, hayallerin gerçekleşmesini, gerçekleşmeyen hayallerin kabullenilmesini, başkalarını geçtim, insanın kendini affetmesini engelleyen şey. onun da anlaşılır nedenleri var, biliyorum. anlamak için, öncelikle çok büyük gözüken o deliğe bakabilmeye başlamak gerekiyor. sonrası geliyor, sanırım. umarım.